13 Mart 2008 Perşembe

80. yıldönümünde Bolşevik İhtilali'nin Osmanlı basınına yansıyışı

İçinde bulunduğumuz yıl, "Kuzey Komşu"daki büyük dağdağanın, yani 1917 Şubat ve Ekim İhtilalleri'nin, 80. yıldönümü. Aradan geçen 80 yıl sonunda Osmanlı kamuoyunun söz konusu olayları nasıl izlediğine, daha doğrusu dönemin matbuatının bu "hesapta olmayan"; önce sevindirici, sonra düşündürücü, daha da sonra "ürkütücü" gelişmeyi nasıl yansıttığına bir göz atmak yararlı olabilir. Ancak daha önce, Osmanlı erkân ve intelligentsiasının sosyalizm-bolşevizm heyülasını nasıl algıladığına bakmakta yarar vardır.
Osmanlı erkân ve intelligentsiası, 1789 Fransız İhtilali'ni olduğu gibi, 1848 İhtilalleri'ni, Enternasyonel Kongreleri'ni, Paris Komünü'nü de kendince izliyor ve "...eşkiyanın kumandanı Karl Marx denilen... pehlivan"ı tanıyordu. Sosyalizm-komünizm konusunda kafalarda bir referans çerçevesi oluşmuştu. Örneğin, kimilerine göre, sosyalizm,"hukuk-u mülkiyet ve zevciyatı inkar eden... herkes kaffe-i hususta müsavat üzere olmalıdır" diyen "azıtmış" bir halk hareketiydi. Kimilerine göre ise, "eskiden beri batıl bir itikat, muhal ve atıl bir tasavvur"du.*
"İştirak-i emval ve iyal" yani mülk ve kadın ortaklığı, sosyalizmin temel paydası olarak uzun yıllar dillere pelesensk olmayı sürdürdüyse de, XIX. yüzyılın son çeyreğinde bile konuya daha sağduyulu ve bilgili yaklaşanlar yok değildi. Kendisi de 1871 Paris Komünü'nün Komünar'ları arasında barikatlar arkasına geçmiş olan Reşat Bey, Komün'ü savunuyordu;
"Bunlar iki ay kadar Paris'te hükümet ettiler. İştirak-i emval kaide-yi fâsidesini icra eylemek şöyle dursun parasını peşin vermeden kimseden bir habbe aldılar mı? Ve Fransa Bankası'nda milyonlarca akçe mevcut ve idaresi kendi ellerinde iken bir akçesine dokundular mı?.. Hal böyle iken onlara iştirak-i emval taraftarı demeye hakkaniyet razı olur mu?"
Ve yine örneğin, Şemsettin Sami Bey, "menfur" bir eskiçağ mesleği ve mezhebi olan iştirak-i emval ve nisvan ile dünya için bir kurtuluş yolu olan sosyalizmi birbirine karıştırmanın büyük bir haksızlık olduğunu söylüyordu;
"Sosyalizm ıstılahı Fransızca bir kelimedir ki, cemiyet-i beşer manasına olan sosyete (societe) kelimesinden müştaktır. Ünvanından dahi anlaşılır ki, sosyalizm cemiyet-i beşerin hüsn-ü idaresiyle refah ve saadetini ve bilâ istisna bütün efrad-ı beşerin hürriyet ve müsavatını ve hiç kimsenin hukuk-u tabiiyyesinin paymâl olmamasıyla hak ve adlin meydana çıkmasını ve nizam-ı tabiiyyeden herkesin mütenaim ve hissemend olmasını arar bir tarîk-i selamettir" diye yazıyordu.
Ne var ki, Kamus-ı Alam ve Kamus-ı Türkî gibi büyük eserlerin yazarı olan Şemsettin Sami Bey gibi düşünenler azınlıktaydı. O kadar ki, dönemin akademisyenlerinden, Mekteb-i Mülkiye-yi Şahane'de İlm-i Servet-i Milel ve Usül-ü İdare-i Mülkiye okutan Sakızlı Ohannes Paşa bile sosyalizmi, "kâffe-i efrad-ı beşerin bilcümle emval ve emlakten müştereken ve mütesaviyen hissemend olması ve binaenaleyh mülkiyet-i şahsiyye ve hatta aile ve veraset esaslarının fesh olunması..." şeklinde anlıyordu.


"Halkın kendiliğinden isyanı": Şubat 1917

1917 yılının soğuk kışında kuzeyden gelmeye başlayan haberler, yukarıda aktarılan türden "akademik" bir tartışma ortamına değil, "Cihan Harbi"nin yenilgi, açlık ve perişanlığı ile boğuşan Dersaadet'in sıkıntılı günlerine rastladı. Sabah, İkdam, Tasvir-i Efkâr ve Tanin gibi başkent gazeteleri 1917 yılının ilk günlerinden itibaren kuzey komşuda bir şeyler olduğunu seziyor ve Batı ajans ve gazetelerinden derledikleri haberleri "Rusya'da İhtilal Mukaddematı" ve "Rusya Ahval-i Dahiliyesi" türünden başlıklarla aktarmaya çalışıyorlardı. Şurası bir gerçek ki, Osmanlı basını Şubat İhtilali'ne ilişkin gelişmeler konusunda Osmanlı Hariciyesi'ni kesinlikle "atlatmış " görünüyordu.
Osmanlı Hükümeti Rusya'daki gelişmeleri Stockholm Sefiri Cevad Bey ve Berlin Sefir-i Kebir'i Hakkı Paşa kanalıyla izliyordu. Sefir Cevad Bey, İsveçli diplomatlar, tarafsız ülkelerin sefaret mensupları ve İsveç basınını izleyerek bilgi toplamaya çalışıyor ve Hariciye Nezaret-i Celilesi'ne aktarıyordu. İstihbaratının yeterli, değerlendirmelerinin başarılı olduğu söylenemez.



"Petersburg'da ihtilal!"

Şubat ihtilaline ilişkin ilk haberler, dünya basını ile birlikte, Osmanlı basınında da 16 Mart 1917 Cuma günü yayınlandı. Tanin'in yarım sayfalık manşeti şöyleydi: "Petersburg'da İhtilal - Hükümet İhtilalcilerin Elinde - Kırkbin Askerin İltihakı". İkdam'ın manşetinde ise şunlar vardı:"En Son Haber: Rusya'da Azim (Büyük) İhtilal Kopmuştur! " İstanbul gazetelerinde, manşetlerdeki haberlerin yanı sıra, ilk gün, iyi kötü birer yorum da yer aldı. Yorumların ortak noktası, Rusya'da bu kere kopan patırtının öyle sıradan bir "kargaşalık" değil, büyük bir "kıyam" (kalkışma), yani gerçek anlamıyla bir ihtilal olduğu idi. Söz konusu yorumlarda ayrıca, bu ihtilalin önemini ve ciddiyetini anlayabilmek için 1905 İhtilali ile karşılaştırılmasının gereği belirtiliyor ve 1905 İhtilali'ne bir "kargaşalık" gözüyle bakılırken, bu seferki "hakiki manasıyla vukua gelen (bir) kıyam ve ihtilal" olarak görülüyordu. Gerek Tanin'de, gerekse Tasvir-i Efkâr'da, Şubat ihtilalini izleyen ilk günlerde, "1905 Rus İhtilali" ayrıntılı bir şekilde irdelendi; sebepleri, sonuçları ve son ihtilale etkileri araştırıldı. İlginçtir, Osmanlı basını, istibdat nedeniyle 1905 yılında yapamadığını, 12 yıllık bir rötarla yapmaya çalışıyordu.
17 Mart 1917 tarihli İstanbul gazetelerinin birinci ve ikinci sayfaları hemen hemen tümüyle Rus İhtilali'ne ilişkin haberlerle bezenmişti. Örneğin Tanin'in sürmanşet tam sayfa başlığı şöyle idi: "Moskof İmparatorluğu Sarsılıyor - İhtilal Vüsat Kesbediyor ." Sonraki günlerde de gazeteler hemen hemen tümüyle Rus İhtilali'ne ilişkin haberlerle doldu taştı. Aynı şekilde tüm gazetelerin başyazıları, yorumları da Rus İhtilali'yle ilgiliydi.
İlk iki günün heyecanı geçtikten sonra, daha kesin bir anlatımla, Şubat İhtilali'ne ilişkin haberlerin Osmanlı basınında yer alışının üçüncü gününde, ilk kez "Bu Nasıl Bir İhtilal? " sorusu gündeme geldi. Bu soruya verilen cevaplar farklılıklar gösteriyordu. İkdam gazetesi oldukça ihtiyatlı bir dil kullanıyor, son gelişmelerin her koşulda "Rusya'yı kuvvetten düşürerek büyük zaafa" sokacağını ve gelişmelerin, son tahlilde, bizim lehimize olacağını ileri sürüyordu. Tanin gazetesi, Rus İhtilali'nin ilk bakışta "liberal-sosyalist" bir nitelik gösterse de akibetinden emin olunamayacağını kaydettikten sonra,
"... Yalnız kati olarak bir daha tekrar edebiliriz ki Rusya, Moskofluk tarihinde en büyük bir inkilap devrine girmiş, karanlıklar ve meçhuller içinde sarsıla sarsıla meçhul ve meşkuk bir hedefe doğru sürüklenip gidiyor ." deniliyordu. Ve hatta, "Moskofluğun giderek bir tehlike olmaktan çıktığı sonucuna ulaşmanın " pek de yanlış olmayabileceğine işaret ediyordu.
"Bu nasıl bir ihtilal?" sorusunun en yetkin cevaplarından birisi, Tasvir-i Efkâr gazetesinin "Siyasiyat" köşesindeki Yunus Nadi (Abalıoğlu) imzalı yazıda kendini gösteriyordu. Yunus Nadi, tümdengelim mantığı ile olayı kavramaya çalışıyor ve şunları yazıyordu:
"Herhalde Çarlığın, bir darbe önünde birdenbire sukut ve ricatı kabul edivermiş olması için ortada henüz malumumuz olmayan birtakım pek mühim şeyler bulunmak lazım gelir. Yoksa Çarlık olur olmaz gürültüye pabuç bırakmaz idi. "
Yunus Nadi Bey, ihtilal ve inkılapların mantığı olmadığına da işaret ettikten sonra, yazısına, "Binaenaleyh, bekleyeceğiz!" diye son veriyordu.
Ne var ki, olaylar beklemeyecekti. "İnkilap başlamıştı (ve) durmak imkânı geçmişti." Gerçekten de 19-20 Mart tarihli ve daha sonraki gazetelerde ihtilale ilişkin yeni haberler ve ayrıntılar sökün etmeyi sürdürdü. Bütün gazetelerde, gelen haberlerin çelişkili oluşuna dikkat çekiliyor; başyazılarda ise, Rus İhtilali'ne ilişkin Osmanlı basınını uzun süre meşgul edecek bazı önemli konuların ilk örnekleri yer alıyordu. Bu konuların başında, Rusya'daki çok uluslu ve çok dinli yapı geliyor ve imparatorluğun pek çok yerinde Rus yönetiminin istenmediği vurgulanıyordu. Söz konusu yorum ve değerlendirmelerde başlıca iki konu öne çıkıyordu: barış konusu ve Rus imparatorluğundaki farklı ulusların (özellikle Türk ve Müslüman halkların) geleceği konusu. Buna bir de Rusya'daki ihtilalin giderek "sol"a kayması sorununun eklenmesi gerekir.
Barış konusu İstanbul gazetelerinin, doğal olarak, en büyük özlemiydi. Ancak, "işin ayağa düşmesi"nden, "avamın işi azıtmasından" da endişe edilmiyor değildi. Oysa, yanlızca barış konusunu değil, Erzincan'a kadar işgal edilmiş Osmanlı topraklarının geri alınmasını sağlayacak olan, 1917 Ekim'inde "avamın" işi daha da azıtması olacaktı.
İstanbul basınının ilgi odağındaki ikinci konu, Rusya'daki Slav olmayan ulusal / etnik toplulukların geleceği konusuydu. Bu konuya ilk değinen "Bir Etnoğrafya Müzesi" başlıklı makalesiyle İkdam gazetesi olmuştu. Konu, sonraki tarihlerde artan bir ilgi ile izlenecek ve esas itibariyle Ekim İhtilali gerçekleşip barış sorunu çözüldükten sonra "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" çerçevesinde daha hararetli bir şekilde tartışılacak ve uzunca bir süre gündemin baş köşesindeki yerini koruyacaktır.
İhtilalin "sol"a kayması sorununa gelince, bu konuda en fazla duyarlılık gösteren İkdam gazetesiydi. O günlerde "hasbel icab" İsviçre'de bulunan gazetenin sahibi ve "ser muharriri" Ahmed Cevdet Bey, yurtdışından gönderdiği - genellikle imzasız - haber ya da başyazılarında konuyu gündemde tutuyor ve Rusya'daki İhtilalin sınıfsal özelliğini daha erken ve daha iyi kavramış görünüyordu. Diğer gazetelerin de bu konuya ilişkin duyarlılığının oldukça yüksek bulunduğunu ve giderek arttığını söylemek mümkündür.


İlkbahardan sonbahara "Yeni Rusya!"

Rusya'da, Nisan'dan Kasım'a kadar geçen sürede olaylar hızlı yaşandı. Mart-Mayıs aylarında Bolşevik önderler birbiri ardısıra Rusya'ya döndüler. Bunlar arasında, Winston Churchill'in, "Almanlar bir veba basili gibi mühürlü bir vagonla İsviçre üzerinden Rusya'ya soktular" dediği Vladimir İliç Lenin'in dönüşü özellikle önem taşıyordu. Zira, Lenin'in gelişiyle olaylar yeni bir ivme ve nitelik kazanacaktı. Bu gelişmeler Karadeniz'in bu yakasında, çok fazla bilgiyle değilse bile büyük bir ilgiyle izlendi. Bir kere, "Türk Dostu!" ve "gizli Müslüman!" Alman Kayzeri İkinci Wilhelm Hazretleri'nin "muazzam bir vak'a-yı tarihiye" olarak nitelenen Ekim ayı içindeki İstanbul ziyareti hariç tutulursa, Osmanlı basınının bir numaralı konusu "Moskof" komşudaki olaylardı. İkinci olarak, Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren Rusya'daki olaylar, daha önce de olduğu gibi, sürekli başkalarının gözü ve kulağı ile izlendi. 1917 yılı boyunca herhangi bir gazetenin Rusya'ya kendi muhabirini göndererek olayları birinci elden izlemesi söz konusu olmadı. Üçüncü genel eğilim ise, anılan dönemdeki gelişmelerin, yani Nisan'dan Kasım'a Rusya'da olup bitenlerin, bir yandan umut (barış konusunda), bir yandan da endişe (sosyalizm/bolşevizm konusunda) ile izlenmesiydi. Bu dönemde ayrıca, Osmanlı kamuoyunun ya da sıradan gazete okuyucularının sosyalizm, marksizm, bolşeviklik vb. kavramlarla ilk kez yaygın ve yoğun bir şekilde karşı karşıya geldiğini, az ya da çok, doğru ya da yanlış bu konularda bilgilendiğini belirtmek gerekir.
Şubat İhtilali'ni izleyen ilk 6-7 aylık gelişmeler karşısında Osmanlı yönetiminin (Meclis-i Meb'usan ve Hükümet) tutumuna da kısaca değinmek gerekirse, şu gözlemler yapılabilir:
Şubat İhtilali patladığında Osmanlı Meclis-i Meb'usanı toplantı halinde idi. Meclis-i Meb'usan, 1 Nisan 1917 tarihinde toplantılarına son verdi. Ne bu kapanış nedeniyle ne de önceki günlerde Meclis'te Rus İhtilali'yle ilgili bir görüşme olmadığı (oldu ise bile gazetelere yansımadığı) anlaşılıyor.
Hükümet ise, diplomatik temsilcileri ve matbuat vasıtasıyla gelişmeleri izliyordu. Rusya'daki yeni yönetimle, "kabul edilebilir esaslar dahilinde" ayrı bir barış yapılması olanakdışı değildi. Ancak Osmanlı Hükümeti, bu konuda da Almanya'nın eline bakıyor, oradan gelecek işareti gözlüyordu. Bu bağlamda, 5 Nisan 1917 tarihli Tanin'de yayınlanan "Sadrazam Paşa'nın Beyanatı" önemliydi. Talat Paşa, gazetenin muhabirine verdiği beyanatta özetle şunları söylüyordu:
"Bu inkılabın siyasi ilişkilerde derin değişikliklere yol açması kuvvetle muhtemeldir. Rusya ve Osmanlı Devleti birkaç yüzyıldan beri can düşmanı idiler. Ancak bunun nedeni ‘müstebid Rus hükümeti'nin istilacı emelleriydi. Çarlığın devrilmesi en çok bizi sevindirdi. Özgür ve çağdaş bir devlet kurmak üzere kaderini eline alan Rus milleti ile iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşamamamız için hiçbir neden kalmadı. Bu nedenle, Rus İhtilali'ni sevgiyle karşıladık. "
Sadrazam Paşa bu olumlu değerlendirmeden sonra temel çekincesini de dile getirmekten geri durmuyor ve şöyle konuşuyordu:
"Maateessüf diyeceğim, Rusya'da fikr-i inkılab ve ihtilalin eski âmâl-i tecavüzkâraneye tamamiyle galebe edememiş olduğunu görüyoruz... Mösyö Milyukov, Türkiye meselesinin Rusya lehine halledilmesi lüzumunu ileri sürüyor. Rus hürriyetperveranının bu eski tecavüz ve husumet düsturlarına iştirak edip etmeyeceklerini bilmeyiz. Şayet Rus milleti de Çarlığın bu miras-ı meş'umunu kendilerine düstur-u hareket olmak üzere kabul edecek olur ise, sulhten bahsetmek abes olur. "
Nisan başından Ekim İhtilali'ne, yani yeni takvimle Kasım başına kadar Osmanlı yönetimi olayları sessizce izledi. 1917 Nisan'ından Kasım başlarına kadar geçen sürede "Yeni Rusya"daki olayların, Osmanlı basınına yansıyışı başlıca şu üç kümede özetlenebilir: birinci öncelik, Rusya'da ne olup bittiğini ve olayların nereye varacağını kestirmeye yönelikti. "Moskof İmparatorluğu" darbe yemişti, zayıflamıştı. Güney'deki komşu için bu hayra alamet bir gelişmeydi. Ama sonrası ne olacaktı? İkili iktidar yapısı kimden yana çözülecekti. "Amele ve Asker Sovyetleri" gibi yeni örgütler; Lenin, Troçki, Zinoviev gibi yeni simalar ve "barış","toprak","eşitlik","özgürlük" gibi yeni talepler söz konusuydu.
İkinci olarak, "Harb mi - Sulh mü?" sorusu gündemdeydi. "Amele güruhu" sulhperver görünüyordu ama bu nasıl bir sulh olacaktı?
Üçüncü olarak, dağılan Rus imparatorluğu içinde Türk ve Müslüman toplulukların durumu ne olacaktı?
Osmanlı basını - belki biraz mübalağalı bir benzetme ile - körlerin fili tarifi kabilinden yöntemlerle gelişmeleri izledi; Rusya'da olup bitenleri anlamaya çalıştı. Ancak, Yunus Nadi'nin sözcükleriyle şu kadarı anlaşılmıştı: "Evvela artık şurası iyiden iyiye anlaşılıyor ki, Rus İhtilal ve inkılabını ibkada en müessir, adeta yegane denilebilecek surette en müessir amiller amele takımı erkân ve efradıdır, amele teşkilatıdır ."
Amele takımının "sulhe" ilişkin tutumu takdir edilmekle birlikte, öteki niyet ve girişimlerinden de endişe duyuluyordu. Bu konuda en fazla tedirginlik gösteren İkdam gazetesi, 15 Nisan 1917 tarihli başyazısında bu endişeyi şöyle dile getiriyordu: "Amele grupları, harbi hatta onun bütün mesaibini (felaketlerini) unutarak sosyalizm mesleğinin en azgın metalibini (taleplerini) istihsale koyuluyorlar. Sekiz saatlik çalışma meselesi gibi, bu amele fırkaları fiiliyata bile girişiyorlar. "


"Rusya'da hercümerc, kıyam ve suriş"

Rusya'da Haziran ayı kongrelerle geçti. Temmuz'da Ekim İhtilali'ninin provası yapıldı. Hükümet değişikliği ile Kerenski başbakanlığa getirildi. Ağustos ayında Kerenski'nin başarısız Devlet Konferansı toplandı. Eylül'de Kornilov'un sağcı darbe girişimi yaşandı ve Kerenski başkanlığındaki son hükümet kuruldu. Petrograd ve Moskova Sovyetleri'nde ilk kez çoğunluğu ele geçiren bolşevikler, daha önce almaya hazır olduklarını ilan ettikleri iktidarın alınma zamanının geldiğine karar verdiler. Ekim ayında derinleşen kriz, Kasım'ın ilk haftasında sonuçlandı: "Büyük Kıyamet" kopmuştu!
Osmanlı basını, bütün bu gelişmeleri başlıca şu üç başlık altında verdi: "Rusya'da Hercümerc "; "Rusya'da Kıyam ve Suriş " (Ayaklanma ve Karışıklık) ve "Rusya'da Mukabil İhtilal " (Karşı Devrim) Bu arada, basında, Rusya'daki siyasal gelişmelere, ideolojik ve örgütsel oluşumlara ilişkin ilginç değerlendirmeler de görülmeye başladı. Bunların en önemlilerinden birisi, 5 Haziran 1917 tarihli Tanin'de yer alan "Sosyalizm Nedir?" başlıklı ve Yusuf Osman imzalı yazıydı. Bu yazı 1917 yılı başından itibaren basında yer alan sosyalizm hakkında yazılmış en ciddi, nesnel ve bilgilendirici yazı olarak dikkat çekiyordu ve o dönem için oldukça doğru bilgiler aktarıyordu. Yine bu dönemde 14 ve 20 Ağustos tarihlerinde Tanin'de, Mehmet Ali imzasıyla yayınlanan "Rus Fırkaları" başlıklı yazılar da bilgilendirici yazılardı. Bu yazılarda ilk kez sağ partilerin yanısıra, sol kanat partileri hakkında da bilgiler aktarılıyordu. Bu arada Rusya'daki gelişmelerden umudu kesen yazılara da rastlanmıyor değildi.
Barış konusu, doğal olarak, 1917 yılının başından beri en büyük ilgi odağı idi. Bu dönemde yalnızca Tasvir-i Efkâr başyazarı Yunus Nadi Bey'in özellikle barış konusuna ayırdığı başyazılarının sayısı bir düzineden fazladır. Diğer gazete ve yazarlar da onu yalnız bırakmadılar. Barış konusundaki yaklaşımlar şöyle bir genellemeye tabi tutulabilir: Rusya'da ihtilalin patlak vermesinden sonra, barış, bir süre Geçici Hükümet'ten beklendi. Ancak Rus Dışişleri Bakanı Milyukov'un, Mayıs başında harbe devam kararını açıklaması bu umutları söndürdü. Barışı gerçekleştirme umudu bu kez sol partilere ve Sovyetler'e yöneltildi. Özellikle Nisan başlarından itibaren de "müfrit sosyalistler"in (bolşevikler) barışı gerçekleştirmede daha fazla umut vaad ettiği kanısı yerleşmeye başladı.
Yeni Rusya'da Türkler ve Müslümanlar konusu esas itibariyle Ekim İhtilali sonrasında ve onu izleyen yıllarda gündemdeydi. Bununla birlikte, Şubat İhtilali sonrasında da bu konuda önemli gelişmeler oldu. Rusya'daki Müslümanların "hayat ve hürriyet" uğrunda girişmiş oldukları faaliyetlere ilişkin haberler, İstanbul gazetelerinde bir hayli gecikmeli, oldukça abartılı ve üstelik sağlam bir kavrayıştan yoksun bir şekilde de olsa bir hayli yer buldu.


"Notadan müzik çalar gibi" gerçekleştirilen ayaklanma: Ekim 1917

Eylül ayının sonları, Ekim ve Kasım'ın ilk günleri, Rusya'da, bir buzdağının suyun içinde kalan kısmına benzetilebilir. Suyun içinde olan, özetle şuydu: işçi, asker ve köylü kitleleri iktidar hedefine doğru harekete geçmişti; Hükümet ise gittikçe büyüyen bu çığı durdurmaya çalışıyordu. Kasım başlarında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Bolşevikler) Merkez komitesi "silahlı ayaklanma" kararı aldı. Birkaç gün sonra Troçki başkanlığında Petrograd Sovyeti Askeri Devrim komitesi oluşturuldu. Artık iş, Duma üyesi Sukhanov'un sözcükleriyle "notadan bir müzik parçası çalar gibi" ayaklanmayı gerçekleştirmeye kalmıştı.
Troçki'nin benzetmesine kulak vermek gerekirse, "Şubat İhtilali" baştan sona oynanan bir satranç oyunu iken, "Ekim İhtilali", büyük kısmı geçmişte oynanmış bir oyunu "iki hamlede matla sonuçlandırabilmekti." Bu son iki hamle "7 Kasım gece saat 2'den 8 Kasım gece saat 2'ye kadar, tam olarak 24 saat içinde" tamamlandı. Aslında 6 Kasım akşamı ihtilalciler harekete geçmiş, 7 Kasım sabahı Petrograd'ın kilit noktaları ele geçirilmiş ve aynı gün sabah saat 10'da Lenin'in "Rusya Vatandaşlarına!" diye başlayan bildirisiyle ihtilalin başarısı tüm Rusya'ya ve dünyaya duyurulmuştu.
Amerikalı gazeteci John Reed'in sözcükleriyle "Dünyayı Sarsan On Gün" başlamıştı. Gerçekten de Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri açısından en kritik 10 gün, yeni takvime göre, 7-16 Kasım tarihleri arasındaki günlerdi. Ancak olayların Osmanlı basınındaki "şüyuu" (duyulması), "vukuundan" (meydana gelişinden) biraz gecikmeli oldu. Dolayısıyla Ekim İhtilali'ne ilişkin ilk haberler 10 Kasım Cumartesi günkü gazetelerde yer aldı. O günkü gazeteler haberlerini 8 ve 9 tarihli Batı ajans bültenleriyle gazetelerine dayandırmışlar ve gerçek olayları kavramaya başlamışlardı.
İkdam gazetesi, üç sütuna tam sayfa ve resimli haberinde şu başlığı atmıştı: "Sulhe Doğru Gidiyor muyuz? - Rusya'da Yeniden İhtilal Patladı: Sulh Taraftarları Hükümette. "
Gazetenin kullandığı alt başlıklar ise şunlardı: "Kerenski'nin Firarı, Refikasının Tevkifi - Asker Yeni Hükümete Taraftar - Sovyet Meclisi'nin Sulh Şeraiti, Rus Cumhuriyeti'nin Resmi Sulh Şeraitidir. "
Sabah gazetesi de Ekim İhtilali haberini şöyle vermişti: "Rusya'da Yeni İhtilal: Maksimalistler Hükümeti Ele Aldılar. "
Dört sayfalık gazetenin yaklaşık yarısını ihtilal haberlerine ayıran Sabah'ın alt başlıkları da şöyle idi: "Kerenski Petersburg'dan Kaçtı - Yeni Hükümet Derhal Adilane Bir Sulh Akdini Teklif Edecek - Kabine Erkânı Tevkif Ediliyor. "
Vakit'in haberi ise şu başlık ve alt başlıklarla okuyucuya sunulmuştu: "Rusya'da Kıyam: Kerenski'nin Firarı - Nazırların Tevkifi - Hemen Sulh Akdi Kararı - Avrupa'da Yeni Bir Vaziyet. "
Tasvir-i Efkâr gazetesnin manşetleri de "refik"lerininkinden farklı değildi: "Kerenski'nin Sukutu - Müfrit Sulhperverler Mevki-i İktidarda. " İç sütuna atılan manşetin altında ise şu alt başlıklar yer alıyordu: "Müfrit Sosyalistler Hükümeti Ele Aldılar - Nuzzar-ı Sabıkanın (Eski Bakanlar) Tevkif ve Hapsi - Kerenski Hal-i Firarda - Lenin'in Programı: Derhal Sulh, Taksim-i Arazi, Buhran-ı İktisadiyenin Def'i. "
Ekim İhtilali'ne ilişkin ilk yorumlar da yine 10 Kasım tarihli Sabah ve Vakit gazetelerinde yer aldı. Sabah'ın "Bir Darbe-i Hükümet Daha!" adlı imzasız başyazısı olayları ve yeni yönetimin ilk kararlarını özetledikten sonra şu görüşlere yer veriyordu: "Çarlık lüzumsuz ve vakitsiz bir harb yapmış idi. İhtilal tam vaktinde ve lüzumunda bir sulh yapacaktır. Bu sulh yalnız harbi bitirerek ihtilalin semerat-ı müfidesini (yararlı ürünlerini) toplamak lüzumundan değil, aynı zamanda halkın arzusundan da münbais (ileri gelmiş) idi. Rus demokrasisi sulh istiyor, ordu ve donanma sulh istiyor; tüfengini yanı başına alarak toprak isteyen ‘Moskof' neferinden zengin Petersburg'luya kadar herkes sulh istiyor. "
"Dünyayı Sarsan On Gün" boyunca Osmanlı gazetelerinde Rusya'da cereyan eden olaylar gündemin baş köşesindeydi. Basın, olayın daha çok barışa etkisiyle ilgilendi. O kadar ki, Yunus Nadi Bey'in Tasvir-i Efkâr'da yaptığı gibi, bu İhtilalin bir tek önemli anlamının olduğunu, bunun da barışı desteklemekle ölçüleceğini söyleyenler çıktı. Ancak Bolşevik İhtilali'nin siyasal-ideolojik niteliği, olayın uluslararası boyutları vb. konularda da ilginç değerlendirmeler yapıldı. Örneğin, Tanin gazetesinin 13 Kasım tarihli başyazısında;
"Petersburg Amele ve Asker Cemiyeti ile temsil edilen yeni Rus Hükümeti en hakiki manasıyla bir ihtilal hükümetidir. Çünkü bu hükümeti vücuda getiren kuvvet doğrudan doğruya aksay-ı yesar (en sol) gruplardan doğuyor ve bu gruplardaki efkâr ve temayülat ise hal-i hazırda dünyanın en müfrit fikirlerinden daha ziyade müfrittir " deniyordu. Tanin'in söz konusu başyazısında Rus İhtilali'nin Fransız inkılabı kadar dağdağalı olacağı, ondan uzun süreceği ve etkilerinin bütün Avrupa'ya yayılacağı belirtiliyordu.


"Aferin Bolşevikler!"

Rusya'daki yeni İhtilalin barışa, Osmanlı'ya ve dünyaya etkisinin ne olabileceği konusu, Kasım ayı sonlarına kadar hararetle tartışıldı. 23 Kasım tarihli Pravda ve İzvestia gazetelerinde "Gizli Anlaşmalar"ın yayınlanması ve olayın ertesi gün İngiliz basınında bir bomba gibi patlaması tartışmalara yeni bir hız kazandırdı. Bu konudaki haberler, Osmanlı basınında da 3-4 günlük bir gecikmeyle yer aldı. Kasım'ın son haftası ile tüm Aralık ayı boyunca Bolşeviklerin Osmanlı kamuoyundaki "kredisi" öylesine arttı ki, bunu iki kelimeyle özetlemek gerekirse, 29 Kasım tarihli İkdam gazetesinin yaptığı gibi "Aferin Bolşevikler!" demek yeterli olurdu. Bolşeviklerin itibarının yükselmeye başladığının ilginç kanıtlarından birisi de, o sıralar Cerrahpaşa Hastanesi'nde tedavi görmekte olan Neyzen Tevfik'in Bolşevik'lik hakkında yazdığı övücü dörtlüklerdir: "Fikridir Bolşeviğin hikmet-i seyyale gibi/Ordusundan daha önce yedi iklime giren/Birliğin kuvveti izhar-ı hakikat edeli/Asya'ya aksadı mizan-ı siyaset cebren.! "
Gizli anlaşmaların yayınlanması vesilesiyle barış konusu yeniden alabildiğine tartışılmaya başlandığı gibi, Bolşevik İhtilali'nin amaçları irdelenmeye, Lenin, Troçki ve diğer Bolşevik önderlerden gazete sütunlarında olumlu bir tonla söz edilmeye başlandı. Örneğin Ahmed Emin (Yalman) Bey, 27 Kasım 1917 tarihli Vakit'te şunları yazdı: "Bugün Petersburg'da bir Lenin-Troçki Hükümeti mevcut bulunuyor. Bu hükümet her türlü fütuhat emellerinin aleyhindedir ve pek yüksek ve saf gayeleri vardır. Rusya'ya en müfrit sosyalizm gayelerinin icap ettirdiği tarzda bir idare şekli vermek istemekle kalmıyor, Rusya'da atılan adımlar sayesinde bütün insaniyetin büsbütün yeni ve mesut mevcudiyete mazhar olacağına ciddi surette inanıyor. "
İkdam gazetesinin yukarıda değinilen "Aferin Bolşevikler!" başlıklı yazısında da şu görüşlere yer veriliyordu: "Lenin ve arkadaşları sözlerinin eri olduğunu isbat ettiler. Açık söyleyelim, akide (inanç) itibariyle biz bu azami program sahibi sosyalistlerin mütalaalarını beğenemeyiz. Şu kadarı var ki, bunların iffet-i fikriyelerini (düşüncelerinin temizliğini) takdir etmemek de elden gelmez... Eskiden beri bu sütunlarda salabet-i ahlakiyelerini (ahlaki dayanıklıklarını) tezbir (yazmak) ve takdir ettiğimiz Lenin, Troçki ve sair Bolşevik rüesası, bu harb-i hazır önünde doğrusu en yüksek cesaret-i medeniye numunesi gösterdiler...Rus İhtilalcilerinin azami programlarını gerçekleştirmelerine - zannımızda hata yoksa - bu asırda daha beşeriyet yaklaşamaz. Bu ifrat aluddur (aşırılığa bulaşmıştır). Asıl maksat, asıl siyaset, Bolşeviklerin bugün askeri ikna edebilmeleri, kuvveti ele almalarıdır. Bunun neticesi sulh-ü münferid ve ondan evvel seri bir mütareke. İşte kemal-i şükranla görüyoruz ki, hükümet-i ihtilaliye buna muvaffak oluyor. "


Lenin kimdir?

Lenin ve öteki Bolşevik önderlerden bazılarının adları Osmanlı basınında ilk kez Şubat İhtilali'nden sonra duyulmuştu. Ancak Ekim İhtilali'nden sonradır ki, bu kişiler hakkında daha fazla bilgi edinmek ihtiyacı kendini gösterdi. Aslında ilgi daha çok Lenin üzerinde odaklaşıyordu. Lenin kimdi? O günkü deyimle "mesleği" (düşünce sistemi) neydi? Ve hepsinden önemlisi Rusya'da ne yapmak istiyordu? Bu tür yazıların en yoğun olduğu dönem Kasım sonları ve Aralık başları oldu. Bu yazılarda yer alan bilgiler her zaman doğru olmayabiliyor; kimi zaman Lenin'in resminin altına Troçki, Troçki'nin resminin altına da Lenin diye yazılabiliyordu. Ancak yeni Rusya'nın önderlerini tanıma konusunda kesin bir gayret söz konusuydu. Lenin hakkında Tasvir-i Efkâr'da yer alan ilk yazılardan birinde Bolşevik önder şöyle tasvir ediliyordu: "Lenin, vüsta kamette (orta boyda) küçük yapılı, parlak, güzel bir adam olup, kıyafet ve şekl-i haricisi hiç de gösterişli değildir. Lenin'in Rusya'nın dahil ve haricinde büyük şöhret idüğüne bais olan asıl sebep, mümaileyhin büyük bir gayret ve faaliyet göstermesi ve harekâtında pek ziyade muannid (inatçı) olmasıdır... "
Bolşevik önderlerini tanıyan Osmanlı kamuoyunda, 1917 yılının son günleri çok güçlü bir barış beklentisi içinde geçti. Gazetelerde "Mamafih Sulh!","Evvela Sulh!","Harb ve Sulh Arasında!" gibi başlıklar altında bu "sulh" meselesi tartışıldı. Sulh konusunda 1917 yılının son günlerinde bazı somut gelişmeler olmakla birlikte, herşey bir sonraki yıl yani 1918'de belli olacaktı.
Gerçekten de 1918 yılı hem Rusya hem de Türkiye için bir karar yılı oldu. Şu farkla ki, Rusya'da kararları ülkenin yönetimini ele geçiren Bolşevikler, Türkiye'de ise esas itibariyle emperyalizm alıyordu. Ayrıca Rusya'da alınan kararlar bu ülkenin yeniden kuruluşuna, dönüşümüne; Türkiye'dekiler ise aksine Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılışına, yıkılışına ilişkindi. Ve Karadeniz'in iki kıyısındaki bu iki ülke 1918 yılından başlayarak savaş, karışıklık, isyan, yabancı müdahalesi, iç-savaş gibi zorlu ve acılı günler geçirdiler. 1918 yılı her iki ülke açısından işte bu zor dönemin de başlangıcıydı. Türk-Rus ilişkileri ve "Bolşeviklik" konusu, 1918 yılından sonra yeni anlamlar, yeni renkler ve yeni ivmeler kazanarak her iki ülkenin gündeminde önemli bir yer işgal etmeyi sürdürdü. Bu gelişmelere ilişkin Osmanlı basının ve 1919 yılından itibaren ise, İstanbul ve Anadolu basınının yazıp söyledikleri ayrı bir yazının konusu olabilir.

Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu
ODTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Hiç yorum yok: