17 Mart 2008 Pazartesi

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDAN HASSA MİMARLARI

Osmanlı İmparatorluğunda hass ve hassa sıfatıyla tavsif edilen memuriyet ve dairelerin, umumiyetle başta Padişahın özel hizmetleri olmak üzere, hükümdar saraylarındaki çeşitli işleri görmek gayesi ile kuruldukları malumdur. Hassa Mimarları gibi gene hassa sıfatını taşıyan teşkilat ise, Padişahın hususi hizmetlerinden başka, himaye bölgeleri ve mümtaz eyaletler hariç olmak üzere, İmparatorluk ölçüsünde de vazife görmekte idiler.

Saraydan başlayarak İstanbul’da ve İmparatorluk dahilinde her türlü resmi inşaat ve tamirat işlerini yürüten Hassa Mimarları Teşkilatı’nın ne zaman kurulduğunu maalesef kesin olarak bilmiyoruz. Daha Osman Gazi’nin Karaca-Hisar’da yaptırdığı camiden (1289) itibaren, devlet hizmetinde mimar ve ustaların istihdam edildiği ve bilhassa Bursa’da, arkasında Edirne’de girişilen inşa ve imar hareketlerinde seçkin ve kalabalık bir mimar kadrosunun çalıştığı şüphesizdir.

Hassa Mimarlık Teşkilatının birinci vazifesi, Padişahın veya haneden mensuplarının yaptıracakları binaların ve masrafları devlet hazinesinden ödenecek olan her nevi inşaat ve tamiratın “resim” lerini yani planlarını yapmak, keşif bedellerini hesaplamak ve hazırlanan projeler kabul edildikten sonra bunlara göre inşaatı yürütmek idi.

Ser-mi’mârân-ı Hassa da dahil olmak üzere bütün ocak müntesipleri ulûfeli miktarı sabit olmayıp zamana ve İmparatorluğun mali durumuna göre değişmekte idi.

Ocak dahilinde yükselmeler veya münhallere tayinler, Ser-mi’mârân-ı Hassa’nın arzı üzerine, ya Divan-ı Hümayunca yahut sadrazamın burulması ile yapılmakta idi.

İnşaat ve tamiratın bütün teknik hususları Mimarbaşı’nın temsil ettiği Hassa Mimarları Dairesine aitti. Esasen bu daire Şehreminine bağlı olmakla beraber, Ocağın asıl amiri, Mimar Ağa, Hassa Mimar-başı veya Ser-mi’mârân-ı Hassa unvanıyla anılan Mimarbaşı idi. Ocaktan yetişmeyen ve dolayısıyla bir fen adamı olmayan Şehremini ile Mimarbaşı arasında inşaat ve tamirat işlerinde herhangi bir anlaşmazlığa veya vazife çatışmasına meydan vermemek için Şehreminlerine, malzeme tedariki, masraf ve yevmiyelerin ödenmesi gibi satın alma ve hesap işleri verilmiş; keşif, plan, inşa gibi teknik işler Mimarbaşına bırakılmıştı.

17.yy ve 18.yy’LARDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAKİ MİMARBAŞILAR

Mimar Mehmet Ağa

1606

Mimar Kasım Ağa

1622

Mimar Hasan Ağa

1638

Mimar Kasım Ağa

1640

Mimar Mustafa Ağa

1644

Mimar Kasım Ağa

1644

Mimar Mustafa Ağa

1650

Mimar İsmail Ağa

1691

Mimar Mehmet Ağa

1697

Mimar Elhac Hüseyin Ağa

1700

Mimar İsmail Ağa

1701

Mimar İbrahim Ağa

1717

Mimar Mehmet Ağa

1724

Mimar Mustafa Ağa

1746

Mimar Elhac Hüseyin Ağa

1747

Mimar Mehmet Ağa

1749

Mimar Mehmet Tahir Ağa

1763

Mimar İbrahim Ağa

1769

Mimar Mehmet Arif Ağa

1791

Mimar Mehmet Ağa

“Mehmet Ağa, Kanuni Sultan Süleyman’ın son zamanlarında (1562-1563) yılında Rumeli’den İstanbul’a gelmiş beş yıl ulufesiz durmuştur. ” diyerek başlayan, Risale-i Mimariyye’de verilen bilgiler arasında Mehmet Ağa’nın asıl adı ve doğduğu yer ile ilgili bilgilere rastlanamadığı gibi, yabancı kaynaklarda dahil olmak üzere diğer bütün kaynaklarda Cafer Efendinin yazdığı bilgiler tekrar edilmiş, fazlada araştırma yapılmaya da gerek duyulmamıştır. Goodwin, “Mehmet Ağa 1540 yıllarında Rumeli’de dünyaya geldi.” deyip (?) işareti koymuştur. Esasen tek ip ucu veren kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesidir.

Buna göre Mehmet Ağa İlbasan’da 40 adet çeşme yapmıştır. Bugün İlbasan’da Mehmet Ağa’nın yaptığı bir camii, hamam ve iki çeşme vardır. bütün bilgiler değerlendirildiğinde İlbasa’a gösterdiği değere göre; Mehmet Ağa’nın Arnavutluk İlbasan’da dünyaya gelmiş olması muhtemeldir ve o zamanda devşirilen her hıristiyan çocuğuna bir müslüman ismi verildiği için ona da “Mehmet” adı verilmiş olmalıdır. Risale’de babasının adının Abdülmuin olduğu yazılıdır. Bundan ailesinin de müslümanlığı kabul ettiği ve müsliman ismi olduğu anlaşılır.

Risale-i Mimariyye’nin verdiği bilgilere dayanılarak Mehmet Ağa’nın hayatı şöylece özetlenebilir:

(1562-1563) yılında Rumeli’den devşirme olarak getirtilen Mehmet beş yıl kadar ulufesiz durmuştur.

(1567-1568) Sultan Süleyman Türbesinde bir ulufeli bahçe bekçiliği yapmıştır.

(1568-1569) Has bahçeye girmiş ve izlediği bir müzik çalışmasına kapılarak müziğe heves etmiş ve bir yıla yakın müzik dersi almıştır. Daha sonra gördüğü bir rüya üzerine musikiden vazgeçmiştir.

(1569-1570) Sedefkarlar karhanesinde dinlediği hendese dersinden sonra mimarlık ve sedefkarlık sanatına heves etmiş, sedefkarlar halifesi Üstad Mehmet tarafından yetenekleri sınanmış, başarılı görülerek mimarlık ve sedefkarlık eğitimine başlamıştır.

(1569-1570) (1588-1589) yılları arasında Üstad Mehmet, Mimar Sinan ve birçok devrin büyük mimarının yanında 20 yıla yakın talebelik ve yardımcılık yapmış, mimarlık sanatını en iyi şekilde öğrenmiştir. Mimar Sinan, Mehmet Ağa ile yakından ilgilidir. Yaptıklarını beğenir ve onu III. Murat’a bir rahle işlemeye teşvik eder.

(1589-1590) yılında Mehmet Ağa geometrik sedefkari şekillerle güzel bir rahle işleyerek III. Murat’a hediye eder ve padişah tarafından o zamanlar sedefkarlar halifesi olan Mehmet Ağa, sarayın kapıcıbaşlığı ile taltif edilir.

(1589-1590)-(1591-1592) yılları arasında Mehmet Ağa iki yıl kadar kule sofiliği yapmış, bu sırada Şehla Mahmut’u Mısır Beyler Beyi Üveys Paşa’ya teslim etmek gayesi ile Arabistan’ı gezmiştir. İstanbul’a döndüğünde padişah tarafından Rumeli teftişine memur edilmiş, İstanbul’dan Selanik’e kadar kıyıları takip edilerek yol üzerindeki bütün kasabaları, kaleleri araştırıp, Malta, Arnavutluk vilayetlerini İspanya’ya kadar gezmiş oradan bütün sınır boylarını Erdel, Efkak, Boğdan ve Leh vilayetlerine gidip onların durumlarını da görüp Silistre ve Niğbolu’yu da dolaşıp sağ koldan doğru İstanbul’a gelmiş ve durumları Padişaha şifahen nakletmiştir.

(1591-1592) yıllarında III. Murat’a altın işlemeli kemandan hediye ederek Muhzırbaşılığa terfi etmiş ve dört kadıya muhzırbaşı olmuştur.

(1591-1592)-(1596-1597) yılları arasında su yolu nazırı oluncaya kadar önce: 6 ay kadar Diyarbakır Beylerbeyliğine vekalet etmiş, sonra İstanbul’a dönerek Hüsrev Paşa’nın Kapı Kethüda’sı olmuştur. Bir ara Şam Beylerbeyi olan Hüsrev Paşa’nın yerine vekalet etmiş daha sonra Havran Nahiyesi’ne Nahiye Hakimi olmuştur. Bu sırada Hüsrev Paşa ile, Kabe yollarını asi araplardan temizlemek için savaşlar yapmış, Hüsrev Paşa’nın çekilmesi ile Mehmet Ağa tek başına savaşı kazanmıştır. Fakat Hüsrev Paşa ile araları açılarak istemeyerek de olsa İstanbul’a geri dönmüştür.

(1597-1598)-(1606) Mahmiye-i Konstantiniyye’de (İstanbul’da) 8 yıl Su Nazırlığı yapmıştır.

(11 Ekim 1606) da Mimarbaşı olmuştur.

(1622) tarihinde ölene kadar Mimarbaşılık görevini sürdürmüştür.

Mimar Kasım Ağa

H.1005 de Dikili taşta Valde Sultan Hamamını H.1049 Üsküdar Sarayından Baltacılar odasını tamir etmiştir. Topkapı Sarayı arşivinde H.1059 de kendisine gelen bir buyrultuda Kayseriye’den iki yüz lâğamcı geldiği bildiriliyor, H.1060 da da Balkapanı Cabisi Mehmed’in Mimarbaşı Kasım’dan bir mahzen icaresini aldığına dair bir makmuz bulunmaktadır.

Mimar Hasan Ağa

1096 da Kandilli’de Cafer Paşa Kasrı

Davut Paşa Kasrı

İstavruz Kasrı

Fenerbahçe Kasrı

Tersanede Yalı Kasrı

Üsküdar’da Valde Sultan Kasrı ve Kızıl Kasır

Karaağaç Kasrı

Şah Huban Kasrı

Topkapı Sarayında Alay Köşkü ve Darphane yanındaki kasırları tamir ve Anadolu Hisarı Küçüksu Köprüsünün yeniden inşaası.

Mimar İbrahim Ağa

H. 1118 de Efdal zade medresesine Boğaziçi’nde Kuruçeşme’de Sadrazam Muhsin Dede Mehmet Paşa’nın (Esma Sultan Sarayı) sarayını tamir etmiş ve H.1119 da Topkapı Sarayında Şimşirlikle müceddeden bir camii inşası ile Davut Paşa Sarayının tamirini yapmıştır.

Mimar İbrahim Ağa

H. 1119 da Topkapı Sarayı’nda Harem Ağaları Dairesinin kapıları ve merdivenleri tescid ve Kızlar Ağası Hamamını tamir etmiştir.

Mimar Mehmet Arif Ağa

1791 de hassa mimarı idi. Hassa mimarları kethüdası Mehmet Arif Ağa 1793’te Başmimar Hassa olmuştur.

Mimar Mehmet Ağa

Sultan Ahmet camii inşaatına ait bütün defterler Topkapı Sarayı müzesi arşivindedir. Ayrıca yine aynı camii için Ahmed iki arizası vardır. H. 1012 de İbrahim Paşa Sarayı ve H. 1077-1078 senelerim arasında Bursa’da Sultan Murat evkafından bazı binaları tamir etmiştir.

H.1140 da Topkapı Sarayında Horendegan odası

H.1143 topkapı Sarayında Sofayı Hümayuna taht inşa, büyük havuzun temizlenmesi ve boyanması, revan köşkünün mermer sütunlarının aralarına çerçeve yapılarak cam taktırtmış ve sarayın su yolları ile boruları tescid etmiştir.

H. 1144 Topkapı Sarayında Hasoda hamamının yerine yeniden iki hamam inşaası ile Sofayı hümayunda Kule üzerine yapılacak kasrı hümayun ve bahçelerin tarh ve tanzimi işinin keşfini yapmış, Eyüp Türbesine mermer tarih taşı inşaa etmiştir.

H. 1151 de Litros Valde Sultan emlakinden Ferhat Paşa çiftliğini tamir etmiştir.

EDİRNE’DE 17.yy ve 18.yy ARASINDA YAPILMIŞ ESERLER

Ekmekçioğluahmetpaşa Kervansarayı

Edirne Belediyesi, 114 Pafta, 542 Ada, 5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19-20-21-22-23-24-25-26-27 nolu parsellere kayıtlı Ekmekçioğluahmetpaşa Kervnsarayı, Eski İstanbul Caddesi ile Uzun Kaldırım Caddesi arasındadır. 1609 tarihinde, Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından, Sultan I. Ahmet’de hediye olarak Sedefkar Mehmet Ağa ile Edirneli mimar Hacı Şaban Ağa’ya yaptırılmış, iki şadırvanı ve tabhanesi bulunan çifte handır. Evliya Çelebi, seyehatnamesinde yapıyı şöyle anlatmaktadır.

“Büyük hayırat. Bu Sultan Ahmet zamanında küçük bir han imiş. Sonra Ekmekçizade Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmıştı ki Edirne şehrinde ve İstanbul’da misli yoktur. İlla Tatar Pazarcığı Kasabasındaki makbul İbrahim Paşa Hanı olsa. Bu Eşe Kadın hanı tam 200 ocak olup avlusunun bir tarafında da içli dılı harem odaları var. Ahırı 1000 tane at alır. Dört tarafı sofalı olup, dış avlusu dahi 1000 kadar deve ve at alır. Kale gibi handır. Cadde üzerinde kuzeye bakan demir kapısı tarihi şudur:

Temaşa eyleyip didi itmamına tarih

Yapıldı Han-ı Sulan Ahmet oldu bibedel abad

Sene 1018

Tamamlandıktan sonra Sultan Ahmet Hana

Hediye edilmiş kurşunlu handır.”

demektedir.1

Yapıya Eski İstanbul Caddesi üzerindeki giriş mekanından girilir. Mekanın iki yanında yüksek sekiler vardır. Bugün yok olan giriş kapıları eskiden belli bir saatten sonra kapatılır, sabahta herkesin eşya kontrolü yapılmadan açılmazdı. Şair Kesbi’ye ait olan yapının Sultan Ahmet’e hediye edildiğini açıklayan kitabe kapının üzerindedir.

Giriş mekanı üç tarafı revaklı bir avluya açılır. Bugün revaklar yok olmuş, sadece tonozların izleri kalmıştır. Avlunun sağında bulunan yapı kalıntılarını tabhane veya imarete ait olduğu kaynaklarda belirtilmiştir.

İrrasyonel forma sahip bu avlunun Uzun Kaldırım Caddesi ve Eski İstanbul Caddesine bakan cepheleri dışa açık dükkanlarla çevrilidir. Bugün sayıları 18 olan bu dükkanlar birbirlerinden gerek ölçü gerekse plan şeması olarak farklıdırlar ve Uzun Kaldırım Caddesi üzeribde kapalı han kısmının dış yüzünden 1.5 m kadar içeridedirler.

Girişe göre tam karşıda bu gün çatısı yok olmuş, Evliya Çelebi’nin “Göeçenlik, Güvercinlik” diye bahsettiği yarı açık mekana geçilir. Üç büyük sivri kemerle girişi düzenlenmiş olan güvercinliğin iki yanındaki kapılardan kapalı han kısmına girilir. Ayrıca kemerli girişin tam karşısında da bir kapı vardır. bugün nereye açıldığı belli olamayan bu kapının tuvaletlere açılan kapı olması ihtimali kuvvetlidir.

Kayıtlarda “Kurşun Örtülü” diye belirtilen kapalı han kısımları en son 1950 yıllarında olmak üzere çeşitli onarımlar görmüşse de, orijinal görünüşünü tamamen kaybetmemişlerdir. Bugün kiremit çatılı olarak tespit edilen bu kapalı han kısımları birbirinin simetriği olup kendi içlerinde de yine simetrik düzenlenmişlerdir. İçeride girişin karşısına gelen ortadaki sütun dizisi han mekanını iki simetrik parçaya ayırır. Duvarlarda 0.80 m yüksekliğindeki seki üzerinde eşit aralıklı ocak modülleri insanların yatacak yerlerini belirler. Hayvanlar döşeme hizasında, sekiden daha alçak seviyede üç sıra halinde uzanan yemliklere bağlanırlar.

Yapının bütünü ele alındığında, kervansarayın muntazam bir mimariye sahip kapalı han kısmı ile irrasyonel forma sahip açık avlu etrafındaki dükkan ve yapı kalıntılarından oluşan iki kısımda oluştuğu görülür. Dükkanlarda hiçbir geometrik düzen yoktur. Giriş mekanı bile kapalı han kısımları ile muntazam bir bağlantı içinde değildir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’de dahil olmak üzere hiçbir kaynakta dükkanlardan bahsedilmez. Yapılan araştırmaya göre Sultan Ahmet Vakviyesinde belirtilen “Ekmekçioğluahmetpaşa Hanı etrafında 30 dükkan” ibaresi Selimiye yakınlarındaki Ekmekçioğluahmetpaşa Hanı’ (Havlucular Hanı)na aittir. Bütün bu bilgiler bu dükkanların muhtes birer bir ilave olduklarını göstermektedir.

Ekmekçioğluahmetpaşa Kervansarayı: revaklı iki şadırvanı olan muntazam forma sahip avlu ve güvercinlikten girişi olan iki kapalı han kısmında meydana gelmiştir. Avlunun sağında Evliya Çelebi’nin bahsettiği yerinde kalıntılarını görebildiğimiz imaret yapıları vardır. Görçemlik ise kademeyi üçgen alınlıklara oturan konik bir külaha sahiptir. Bugünkü güvercinlik kasnağı 15.30 m kotundaki yan üçgen alınlıklı çatıların alt seviyelerinde kalmaktadır. Bu da bu bölgenin orijinaline uygun olmayan yanlış bir müdahale ile bozulduğunu kanıtlar.

Ekmekçioğlu Ahmet Paşa çok gelişmiş bir kervansaray olmamakla beraber, ekonomik sıkıntıları olduğu Sultan I. Ahmet döneminde kapalı han kısımları esas olan, imareti olan küçük bir külliye görünüşündedir.

Ekmekçioğluahmetpaşa Hanı ve Sebili

Edirne Belediyesi 23 nolu Paftada kayıtlı, 625 nolu Adanın tamamını işgal eden Ekmekçioğluahmetpaşa hanı, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 17. yy. başlarında, eskiden Yediyol Ağzı denilen bugünkü Kıyık Caddesi üzerinde bir mevkiye, iki katlı olarak inşaa edilmiştir. Sultan Ahmet döneminde yapıldığında çevresinde bugün kalıntıları kalmış Balkapanı, Yemişkapanı bir takım hanlar vardır.

Yapı çevresindeki bir kaç hanla birlikte (Balkapanı, Yemişkapanı) 1752 yılında meydana gelen büyük zelzelede yıkılmış, daha sonraki dönemlerde yanlış restorasyon politikası ile kurtarılamayarak bugüne gelememiştir. Şu an üst katın varlığı ancak kaynaklara dayanılarak söylenebilmektedir. Günden güne bozulan orijinal hürriyetini tamamıyla kaybeden yapı günümüze gelene kadar çeşitli adlar almıştır: bir ara solaklar oturduğu için “Solaklar Hanı” denmiş, sonra astarcıların yeri olup “Astarcılar Hanı” adını almıştır. En son havlu dokuyanların çok olduğu dönemde de “Havlucular Hanı” adıyla günümüze gelmiştir.

I.Sultan Ahmet Vakıf defterinde “Edirne’de Ahmet Paşa Hanı etrafında 30 dükkan ve bodrum” ibaresi hanın dükkan sayısının 30 adet olduğuna işaret etmekte ise de bugün ayakta olan tonozlu orijinal dükkan modülü sayısı ancak 12 tanedir. Eski Kıyık Caddesi üzerinde 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11 nolu dükkanlar uğradıkları birçok müdahaleden sonra ancak tonoz örgüleri ile karakterlerini anlatabilmektedirler. Duvarlar boya ve fayans kaplamalarla kapatılmış, yalnız giriş kapısı ve sebil üzerinde taş örgü bir miktar görülebilir olmuştur.

Geçirdiği değişiklere rağmen Emekçioğluahmetpaşa Hanı Sultanahmet Vakviyesinde belirtildiği için Mehmet Ağa’nın atfedilebilecek yapılardan biridir. Üçüncü grup hanlara dahil edebileceğimiz yapının bugünkü durumu ne yazık ki han mimarisine katkısını irdelemek için yetersizdir.

Ekmekçioğluahmetpaşa Hanı’nın Eski Kıyık Caddesi üzerindeki Mezit Bey Hamamına karşı köşe başında yer alan sebili orijinal kalmış en önemli bölümüdür. Sebil iki kısımdan oluşmaktadır. Mezit Bey Hamamına karşı olan giriş holüne açılan pencere, bu giriş holünün hanın üst katları ile bağlantılı olabileceğini düşündürmektedir.

Kesme taş üzerinde itinalı cephe süslemelerini barındıran cepheleri hanın bütünündeki orijinal süsleme ögelerininde değerini gösteren tek numunedir.

Emekçioğluahmetpaşa Köprüsü (Tunca Köprüsü- Eski Körü)

Bulgaristan’ın Rila Dağı’ndan çıkan Meriç Nehri, yine Bulgaristan topraklarından gelen Tınca Nehri ile Edirne’nin Batısında şehre yakın bir yerde birleşirler. Eski adı Bülbül Adası mevkii olan bu birleşme yerinde Edirne Karaağaç istikametinde ardarda iki köprü vardır. bunlardan birincisi Ekmekçi oğlu Ahmet Paşa’nın yaptırdığı Emekçioğluahmetpaşa Köprüsü, diğeri 1842 Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Meriç Köprüsüdür. Tunca üzerinde olduğu için “Tunca Köprüsü” olarak ta anılan Ekmekçioğluahmetpaşa Köprüsü esasen Sul6tan Ahmet’in çok sık kullandığı ahşap bir körünün yerine yapıldığı için (Cisri-cedid, Yeni Köprü) olarak tanınırken Meriç Köprüsü yapıldıktan sonra (Eski Köprü) olarak bilinir olmuştur.

Kitabesine göre 1608 inşaatına başlanan körü 1615 yılında tamamlanmıştır. Mimarının Mehmet Ağa olduğu birçok kaynakta da belirtilmişse de Edirneli Hacı Şaban Bey’in de yardımları olduğu söylenir.

Evliya Çelebi Köprü için “Tunca üzerinde gayet saltanatlı bir köprüdür, Timurtaş Kasabası’na oradan gidilir. ” demektedir.

Kesme taştan on gölü yedi ayaklı yapılan körü, 1947 yılında bir sel baskını sırasında Bulgaristan istikametinden gelen buzulların etkisi ile tahribe uğramış, iki göz kemeri ve bir ayak yıkılmıştır. Bugün betonarme bir döşeme ile açıklık geçilmektedir.

Zarif sivri kemerleri, muntazam kesme taş çokgen ayakları ve nadide tarih köşkü ile Osmanlı köprü mimarisine olduğu kadar Avrupa köprü mimarisine de öncülük eden Ekmekçioğluahmetpaşa Köprüsü Mehmet Ağa’nın itina gösterdiği ve günümüze kalabilmiş nadide eserlerden biridir.

Köprünün kitabesi ve Tarih Köşkü bütünündeki düzenleme içinde önem verilen bir noktadır. Tarih Köşkü arka cephesi, köprü bütünündeki yan cephe düzenlemesi içinde iki yanında ikişer hafifletme kemeri olan ayaklarla bütünleştirilmiş, diğer ayaklarda da benzer hafifletme kemerleri kullanılmıştır. Aynı şekilde kitabe köşkü kemerlerle uyum sağlamak amacıyla sade tutulmuş, süsleme ögesi olarak köşelerde küçük sütunceler düşünülmüştür. Kitabe köşkünün bugün kapatılmış olan orta kemeri, bu cephede hareketlilik sağlamaktadır. Buna mukabil yola bakan, suyun akışına karşı olan cephesinde yükseltilen kitabe köşkü girişi, kitabenin her yönden rahat okunmasını temin etme gayesini gerçekleştirmektedir.

Hiç yorum yok: