15 Mart 2008 Cumartesi

XIX.YÜZYILDA OSMANLI BÜROKRASİSİNDE KAYIRMACI(CLİENTEL) İLİŞKİLER

Genellikle kapitalizmin gelişmediği bu tür toplumlarda üst yapının etkinliği çok daha fazladır.Eğer siyasal kontrolü sağlayan otoritenin yasallığı , idare edilenlerin çok eskiden beri devam ede gelen kurallara ve siyasal güçlere bir tür kutsallık ve dokunulmazlık atfetmeleri sonucu ortaya çıkıyorsa , söz konusu otorite geleneksel otoritedir.

Liderin mal varlığının artması ve topraklarının genişlemesi ile birlikte , önce ev topluluğu üyelerinden yönetim konularında yararlanma zorunluluğu belirir; daha sonra bölgesel ve merkezi idare örgütleri kurulur.Böylece ‘‘patrimonyal devlet ’’ doğmuş olur.

Örneğin , Osmanlı Devleti’nde tımar belirli bir yere ait gelirin havale yoluyla bir görevliye devri ve bu devir karşısında balı hizmetlerin görevliye yüklendiği (mali,idari ve askeri ) bir sistemdir.Böylesi bir devlete patrimonyal denmesinin bir başka nedeni ise , ülkenin , üzerinde yaşayan insanlar dahil , bütünü ile liderin mal varlığı olarak düşünülmesidir.Böylece ortaya çıkan idare örgütünün yahut bürokrasi , milletin, ortak faaliyetlerinin yürütülmesi için siyasal bakımdan örgütlenmesi sonucu olmayıp , liderin kişisel yönetim aracıdır.

Bu yüzden patrimonyal bürokraside otoriteri kullanan üst ile astı arsında ilişkinin kişisellik yönü ağır basar.Alt- üst ilişkileri kesin olarak çizilmiş biçimsel formal bir görev anlayışından çok astın üste sınırsız bağlılığı üzerine oturtulduğu için , kişisel ilişkiler özellikle önem kazanır.Geleneksel otoriterin sembolik bütünleştirici integrative bir yönüde bulunduğundan ast üst ilişkilerinde , biçimsellik veya resmiyetten ziyade doğallık (informality )görülür.Bu özellikler ile astlara güvensizlik ve örgütlerin kurumsallaşmaması arasında yakın bir ilişki söz konusudur.

Çünkü bu tür toplumlarda artı-değer ekonomi dışı yaptırımlarla ;-hukuk, siyaset, akrabalık bağları, gelenekler-sağlanmaktadır.

Manfred Halpern’e göre İslam toplumlarında Tanrıdan başlayarak , yönetici (Halife,Sultan vs.),ulema, yerel önderler, aile reisi sırasıyla hiyerarşinin üst kesimlerinden alt kesimlerine doğru bir ‘‘etkinlik saçılması’’(teslimiyet aşılaması)olgusu , katmanlaşma örüntüsünü belirgin olarak gözler önüne seren bir ölçüttür.Bu hiyerarşi içinde geleneksel İslam toplumunun yapısı ‘‘kaynaşmış tek sınıflı bir kitle görünümünde’’daha doğrusu , bu tür toplumlarda belirgin sınıflardan çok çeşitli guruplara rastlanmaktadır(örneğin , ulema,tefeciler gibi).Bu gurupların hiç biri yönetim için seçenek oluşturmamaktadır.Öyle ki bazen ayaklanmalar sonucu yönetenler değişse de hiyerarşinin yapısı değişmemektedir.

Osmanlı bürokrasi geleneğinde hami-mahmi ilişkilerini herhangi bir yasal zeminde kurumsallaşmamış olsada efendi (patrons) ile yanaşma (cliens) arasındaki ilişkiye benzetmek mümkün görünmektedir.Bu ilişkinin kurulmasını sağlayan ise kalemiye eğitiminden ve ‘‘edep’’ çıraklığından sonra Osmanlı yönetim kadrosuna girmek için başlıca ön koşul olan ‘‘intisab’’ dı.Ülgener intisabı servetin herşeyden önce politik bir kategori olduğu Osmanlı sisteminde , gelir bölüşümünde gündelik gider sınırını aşan bir pay sahibi olabilmenin en emin ve kestirme yolu olarak üst kademelerden birine katılmak, bağlanmak olarak tanımlanmaktadır.

18.yüzyılda , Osmanlı ayanı padişahın sarayındaki yaşantıyı taklit ederek çok büyük konaklar kurar ve yüzlerce hizmetli bulundururdu.İktidarlarını pekiştirmek için genç ve yetenekli Osmanlıları işe alıp teşvik eder , bu genç adamları kendi ailelerinden kişilerle evlendirerek onlara akraba olurlardı; sadrazamı padişah ailesine damat etme şeklindeki benzer imparatorluk uygulamasının bir yansımasıydı bu.Kabiliyetli bir genç, yüksek rütbeli birisinin dikkatini çekmeyi başaracak bir yol bulursa böyle bir intisabın oluşmasıyla sonuçlanabilir ve buda yüksek rütbelinin konağında ve – bundan ayrı düşünülmesi mümkün olmayan – resmi maiyetinde bir yer bulmak anlamına gelirdi.Eğer yeterince göze girmişse himaye edilen kişi mühürdar veya divitdar gibi görevlerle haminin yanında yer alabilirdi.Buradan da , her zaman kolay olmasa da , bir damat ve daha sonra diğer büyük bir konağın başı olma şansıda açık, birçokları tarafından denenmiş bir yolla girmek mümkündü.Daha önceleri değilse bile 18. yüzyıla gelindiğinde, bu uygulama öyle yaygın hale gelmiştir ki döneminin biyografileri ile tarihçilerinde ‘‘damat olmak’’ sözü,ilgili memurun kendine bir hami bulmasını ve nüfuz sahibi bir aile aracılığıyla Osmanlı yönetimi içinde üst kademelere tırmanmasını belirtme amacıyla kullanılabiliyordu. Gözden düşme ise , görevlinin malının ve mülkünün müsadere edilmesi , zaman zaman da idam edilmesi sonucu doğururdu.Gözden düşen görevlinin hane halkı da , tabii kaderine ortak olurdu , ama bir kere yükselen veya gözden düşen kişinin durumu sonsuza kadar değişmeyecek diye bir şey de yoktu.

19.yüzyılda da bu anlayışın değişmediği görülmektedir.Bürokratik kurumlaşmada kişisellik yönü ağır basan geleneksel sistemin izlerini taşımaktadır.

Örneğin; 1822 yılında Keşan’a sürülen İzzet Molla bu sürgünün öyküsünü anlattığı Keşanname’sinde Halet ile arasındaki hami-mahmi ilişkiyi çok güzel betimlemektedir.

Galata kazasında hakim idim

Ne sahip –i adalet ne zalim idim.

Yedim Halet’in nan-ı ihsanını

Çalıştım halas etmeye canını

Sebeb-i , intisabım oldu Halete

Düşürdü felek böyle bir minnete.

Mülkiye Nazırlarından Pertev Paşa da damadı ile birlikte benzer bir akibete uğramıştır.Kendisi bu görevde iken Resiü’lküttap Akif Efendi ile çekişen Mehmed Said Pertev Efendi başlarında padişahın sevgisini kazanabilmiş ve damadı Vassaf Bey mabeyn başkatibi olmuştur.

Ne var ki 19.yüzyılın ilk yarısı tamamlandığında belli ölçüde clientel ilişkilere dayalı olarak oluşturulan Kalemiye yerini yavaş yavaş Mülkiye’ye bırakmaya başlamıştır.Çünkü atık mutlakiyetçi yönetimin keyfi uygulama ve cezalandırma sistemi yerine , yasal olan, mümkün olduğunca keyfi olmayan ve yeni bir hukuk sisteminden kaynaklanan temellere dayalı bir yönetim oluşturma çabaları söz konusudur.Artık gelenekçi müslümanlar ile modernist müslümanlar için memuriyete giriş kanalları ve şekilleri değişmeye başlamıştır.

Findley’in incelediği Hariciye kalemlerinde memuriyete başlamada farklı personel guruplarının ayrı giriş noktalarının olması ve gayrimüslimlerin memuriyete girişlerinin de nüfuzlu bir Ermeni’nin himayesine dayanması gerçeği bile , eski sınırların ve marjinalliğin yok olmadığını göstermektedir. Fakat bununla birlikte Osmanlılar bu yüzyılda zaman zaman , özellikle de 1830’larda , 1880 ‘lerde söz konusu tarihlerdeki bir bürokratik yapılanmanın hukuksal çerçevesini oluşturma yönünde önemli adımlar atmışlardır.

Fakat konunun en ünlü en önemli araştırıcılarından Findley ‘in yargısı olumsuzdur: Ona göre ‘‘resmi bağlantının ve evlilik bağının pekiştirdiği iş dışı uğraşlara dayalı bir yakınlık, yani patrimonyal aile üzerine kurulu ‘‘personel yönetimi’’ hala işlerliğini koruyordu ve öyle de kalacaktı.’’

Yinede şahıslara bağlı olmayan kurallar ve işlemler üzerine kurulu modern yönetim dünyası kendisini hissettirmeye başlamıştı.Bununla birlikte yeni sistemlerin ussallık ve verimlilik idealini gerçekleştirme yolunda almaları gereken daha çok yol bulunmaktaydı.Durum henüz taşradaki bir memuru belirli aralıklarla İstanbul’a girmekten ve kişisel bağlantılar aracılığıyla atama sisteminin çarklarını kendi lehine döndürmeye çalışmaktan alıkoyacak bir noktaya henüz varmamıştı.Himaye ilişkileri artık geçmişte olduğu gibi etkili değildi, ama kişilere bağlı olmayan mevzuat da tam anlamıyla yerini doldurmamıştı.Mevcut sistem ikisinin içinden çıkılmaz bir karışımıydı.

Sonuçta içinden çıkılmaz bir karışıma dönüşen bu hami-mahmi ilişkilerini bu yüzyılda

clientel olarak tanımlamak da yetersiz kalmaktadır.Fakat yanaşmacılığın da bir parçası oluşturduğu Osmanlı patrimonyal bürokrasi modeli içinde evlilik , süt kardeşliği , evlatlık ve doğrudan doğruya köle satın alarak yetiştirmek gibi çeşitli yollarla oluşturulan hami-mahmi ilişkisinin varlığından söz etmek doğru olacaktır.Böylesi bir ilişkinin ise clientel bir ilişkiye benzediği de ortadadır.

Fakat bununla birlikte bu yüzyılda bu patrimonyal bürokrasi anlayışından ussal-hukuksal bürokrasi anlayışına geçebilmek için yapılan bürokratik reformlar söz konusudur.Bu nedenle bu Türk kamu bürokrasisinde patrimonyal , ussal-hukuksal ve ussal-üretken özelliklerin bir arada bulunduğu görülmektedir.Bu durum Tanzimat’ın getirdiği düalist yapıya da uygun düşmektedir.20.yüzyılın başlarında Jön Türk İhtilali yıllarında tensikat uygulamalarıyla da kendisini gösteren bürokrasinin ussallaştırılması girişimleri ne yazık ki Osmanlı Devletinin son yıllarına değin sonuçlanamamış , bu görevin tamamlanması Cumhuriyete kalmıştır.

Hiç yorum yok: