13 Mart 2008 Perşembe

OSMANLI DÖNEMİ ÖNCESİ BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Bulgaristan'daki Türk varlığı Hunlar'ın 5. yüzyılda Doğu Avrupa'da kurduğu hakimiyetle başlar. Atilla'nın ölümünden sonra yerine geçen oğlu İrnekiin kurduğu Bulgar Konfederasyonu batıda Tuna'ya kadar uzanıyordu.

Bulgar Türkleri, Baskakov'un "Batı Hunca" adını verdiği ve bu gün Çuvaşlarla temsil edilen bir lehçe konuşuyorlardı. Proto-Bulgarlar Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın ilk Türk sakinleridir. İdil Bulgar Türkleri'nin kurduğu bu hakimiyet Avar, Hazar ve Tuna Bulgar Türkleri ile devam etmiştir.

Müslüman Türklerin Bulgaristan'da görünmeleri 14. yüzyıla rastlamaktadır. 1385'te Sofya'nın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle Bulgaristan, Türklerin eline geçmiş ve böylece 500 yıl süren bir Türk idaresi dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti zamanında Konyar, Türkmen, Yörük ve Tatar Türk toplulukları bu bölgeye iskan edilmiş; ayrıca 16. yüzyıl başlarında Celali isyanları sırasında bazı Türk grupları Bulgaristan'a göçmüştür.

OSMANLI DÖNEMİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 )

Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda yaşamaktadır. XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Türkler teşkil ediyordu. Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı döneminde Anadolu’nun çeşitli yörelerinden Rumeli’ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır. Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler önemli bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu’dan bölgeye göçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoğalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı oluşmuştur. Hoşgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altında Bulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu; Asya’da Anadolu, Avrupa’da Rumeli ve ortada başkent İstanbul jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaşadı. 1876’da Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş hariç), Türk ve Bulgar nüfus eşit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Doğu Rumeli adını alan bölgede ise 1876’da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir şekilde yurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat şartlarından ötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan Bulgarlara bir ülke oluşturuldu. Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca da belirtildiği gibi bu savaş, “bir ırklar ve yok etme” savaşı olarak planlandı ve uygulandı. Çoğunlukta olan Türkler, beş yüz yıldır yaşadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. Örneğin Ocak 1881’de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde hala Türkler, %65’lik bir çoğunluğu teşkil ediyordu. Bölge tarım arazilerinin %70’ine sahip olan Türklerin azınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleştirildi.

Bölge Rus işgaline düşmüş ve Berlin antlaşması ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların eline geçmiştir. 1993 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, hamile kadınlar katledilmiş, camilere doldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye’ye geldi. Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında 70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885’te Balkan Dağları güneyindeki Doğu Rumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür.

1864’de kurulan Tuna Vilayeti “pilot bölge” seçilerek Mithat Paşanın yönetimi altında, eğitim alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuştu. 1875’te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu. Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemişti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir toparlanma dönemine girmiştir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okul olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı içindeydi.

Berlin Antlaşması, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin dini, kültürel ve eğitim konusundaki hak ve özgürlüklerini garanti altına alıyor ve bunların Bulgar anayasasında yer alacağını hükme bağlıyordu. 1884’de çıkartılan Resmi ve Özel Okullar Yasası, Berlin Antlaşması kararları doğrultusunda Türk okullarını özel statüde sayıyor ve bunların yönetim ve denetimini Türk cemaatine bırakıyordu. 1891’de yürürlüğe giren Milli Eğitim Yasası, Türk okulları üzerindeki yerel yönetim yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan İlk ve Orta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmekle birlikte gerçekte eğitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil bırakmak amaçlanıyordu.

Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından itibaren Osmanlı-Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan Türk azınlığı oluşturmuştur. Osmanlı yönetimi, soydaşların hak ve özgürlüklerini, eğitim durumlarını ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde girişimlerde bulunmuştur.

Krallık Dönemi ( 1908 - 1919 )

23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası kaos ortamında Bulgaristan Prensliği, 5 Ekim 1908’de krallık ilan ederek Osmanlı Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemde Bulgar yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve dışta ise diğer devletleri gölgede bırakacak bir emperyalist politika uygulamaya başlamıştır. Osmanlı devleti, 19 Nisan 1909’de Türk ve Bulgar hükümetlerince İstanbul’da imzalanan bir protokol ile Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanıyordu. Bu protokol; Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarını, eğitim ve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu.

1909’da çıkartılan Bulgar Milli Eğitim Yasası ile, tüm eğitim ve öğretim kurumları bir araya toplanıyor ve denetimi hükümet yönetimine bırakılarak merkezileştiriliyordu. Bulgar emsallerinden en az on kat daha yoksul olan Türk okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddi destek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar okullarına çeşitli gelir getirici fonlar sağlanırken Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; Türk çocuklarını eğitimsiz ve cahil bırakmaktı. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsa bir gelişme içindeydi. Bulgaristan’da en fazla Krallık döneminde Türk basını canlılık göstermiştir. Bu dönemde yaklaşık 80 dolaylarında dergi ve gazete yayın hayatındaydı.

1909 tarihli İstanbul protokolüne göre Bulgaristan’da bulunacak ve Türkiye’nin de onayı ile atanacak Başmüftü, Bulgaristan Müslümanları üzerinde büyük denetim ve kontrol yetkisine haizdi. Bu yetki; dini, hukuki, vakıf ve eğitim-öğretim konularını içermekteydi. Daha sonra 26 Haziran 1919’da bir müftülük tüzüğü yürürlüğe girmiştir. Buna göre, müftülükler, Bulgaristan Dışişleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve atama yetkisi altına girmekte ve görevli müftü maaşları devletçe ödenmektedir.

Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşları da Türkler için tam bir felaket olmuştur. Türkiye, hiç beklenmedik şekilde bu savaşı kaybetmesi üzerine 550 yıldır ikinci Anayurt olan Rumeli’yi bırakarak Meriç’in gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaş esnasında da bölge Türkleri büyük zulüm gördüğü gibi eğitim öğretim kurumları da önemli tahribatlara uğramıştır. Bu savaşta yarısı Bulgarlar tarafından olmak üzere 200 bin Türk katledilmiştir. Ayrıca yine bu savaşta 200 bini Bulgarlar tarafından olmak üzere 440 bin Türk yaşadıkları topraklardan Türkiye’ye göç ettirilmişlerdir. Bu savaşta Bulgaristan, Güney Dobruca'yı Romanya’ya bırakırken Batı Trakya’yı işgal ediyordu.

Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede yaşayan Türklere yönelik katliam ve soykırım hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ayrıca Türk isimlerini değiştirme, Hıristiyan olmaya zorlama ve milli kıyafetlerini yasaklama ve camileri yakma gibi bazı uygulamalar olmuştur. Bu amaçla Bulgar Genel Kurmayı tarafından 1912’de hazırlanan plan şunları içermektedir: kültürel imha, soykırım, göç ettirme, tehcir ve sınır dışı. Balkan Savaşı sonrası iki ülke arasında 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Barış Antlaşması da, Bulgaristan Türklerinin önceki haklarını teyit etmektedir.

I. Dünya Savaşında müttefik olan Türkiye ve Bulgaristan arası ilişkiler yakınlaşmış ve müşterek askeri birlikler Romanya cephesinde Ruslara karşı savaşmıştır. Bu yakınlaşma atmosferinde Bulgar yönetimi, Türklere isim kullanma hakkını iade etmiştir. Savaş sonrası Bulgaristan’ın 27 Kasım 1991’da imzaladığı Neuilly Barış Antlaşması ile, ülkede yaşayan tüm azınlıkların kültürel ve dini özgürlükleri teminat altına alınmıştır. Böylece Müslüman halka geniş dini haklar sağlayan 1919 tarihli Bulgaristan Müslümanları Teşkilat Nizamnamesi düzenlenmiştir.

NEUİLLY ANTLAŞMASI SONRASI BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Çiftçi Partisi Dönemi ( 1918 - 1934 )

I. Dünya savaşında aynı ittifakta yer alan ve yenilen Türkiye ve Bulgaristan’da savaş sonrası önemli gelişmeler olmuştur. Türkiye’de Milli Mücadelenin başladığı sırada Bulgaristan’da ise, önce ihtilal ve arkasından seçimle Çiftçi Partisi yönetime gelmiştir. Bu parti yönetimi altında Bulgaristan Türkleri ilk ve son kez rahat bir nefes almış ve 1919-23 yıllarını kapsayan bu dönemde en huzurlu günlerini geçirmişlerdir. Türk azınlığa karşı gösterilen bu olumlu Bulgar tutumu; iki milletin henüz bitmiş olan I. Dünya savaşında silah arkadaşlığı yapmaları ve ortak kaderi paylaşmaları, iktidarın çiftçi desteğine muhtaç olması ve ülke Türklerinin %80’inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler hukukunda azınlık lehine önemli değişiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuştur. Ayrıca savaş sonrası Bulgaristan’ın imzaladığı Neuilly Antlaşması, Bulgaristan Türk azınlığının dini, kültürel ve eğitim alanındaki haklarını teminat altına alan hükümlerde içermekte ve bu durum da aynı dönemde bölge Türklerine yönelik Bulgar politikasını etkilemektedir.

21 Temmuz 1921’de yürürlüğe giren Bulgar Milli Eğitim Yasası Türk okullarıyla ilgili şu yenilikleri içermektedir: ayrı bir müfettiş atanması, 20’den fazla okulu bulunan encümenlerin birer orta ve ilk okul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına devlet desteği sağlanması. 1921/22 eğitim döneminde Bulgaristan Türklerinin okul sayısı, 1712’ye ulaşmıştır. Bu dönemde ayrıca Şumnu’da bir Türk öğretmen okulu açılmış (1919), Türk öğretmenlere mesleki kurslar düzenlenmiş ve yine Şumnu’da din adamı yetiştiren bir İlahiyat (Nüvvab) okulu açılma hazırlıkları başlamıştır (1922’de açılan).

1923’de yapılan bir darbe ile Bulgaristan’da Çiftçi hükümetinin devrilmesi sonrası yönetime faşist bir idare geçmiş ve ortaya atılan “Bulgaristan Bulgarlarındır” sloganı ile tekrar Türklere yönelik baskılar artmıştır. Bu faşist yönetimin 1930 sonrası Türkleri cahil bırakma amaçlı kararları şöyle özetlenebilir: gerekli tüm yasal tedbirlerin alınması, okullarda verilen bilgilerin en basit seviyede tutulması, dini eğitime ağırlık verilmesi ve Türk okullarında görevli Bulgar öğretmenlerin istihbarat amaçlı tutulması. Yine bu dönemde 1926’da ilk mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar hayatını sürdüren Şumnu İlahiyat Okulu, öğretmen okulunun 1928’de kapatılmasından itibaren daha çok öğretmen yetiştirme amaçlı görev icra etmiştir.

1920’lerde Bulgaristan Türkleri, Müftülük ve Türk Öğretmenler Birliği vasıtası ile ülke düzeyinde örgütlenmişlerdi. II. Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan’da 25 olan müftü sayısı bu savaş esnasında işgal edilen topraklarla (Batı Trakya ve Yugoslavya’nın bir kısmı) birlikte geçici olarak 40’a çıkmıştır. Ancak savaş sonrası komünist dönemde bu sayı sürekli azaltılarak 1959’da 6’ya indirilmiştir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası dönemde müftüler, hükümetçe atanan birer kukla durumundadır. 1938’den itibaren müftülerin hukuki yetkileri kaldırılmıştır.

Türk Öğretmenler Birliği, birlik ve beraberliği geliştirme ve eğitim kalitesini yükseltmenin yanı sıra Türk çocuklarının milliyetçi, Türklük şuuruna sahip ve Türkiye’ye bağlı bir nesil olarak yetiştirilmesi çabası içindeydi. Ayrıca bu birlik, Türkiye’deki gelişmelere paralel Temmuz 1928’de ülke çapında Türk okullarında Latin alfabesi ile eğitime geçme kararı aldı (Lom’daki kongrede) ve bu konuda hazırlıklara başladı. Ancak Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı, bu girişimi 10 Ekim 1928’de yayınladığı bir genelge ile dört sene müddetince yasakladı. Bunu üzerine Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği ve Türkiye hükümeti, Bulgar hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak bu ertelemeden vazgeçilmesini talep ettiler. Bu çabalar neticesinde kısa bir süre sonra Türk okullarında Latin alfabesine geçme ertelemesinden vazgeçildi. Böylece 1928/29 öğretim yılından itibaren yeni alfabeye geçildiği gibi Bulgaristan Türkleri arasında da Millet Mektepleri (yaşlı nesle yeni yazıyı öğretmeyi amaçlayan) yaygınlaştı ve Türk Basını da yeni harfleri kullanmaya başladı. Türk Öğretmenler Birliğinin faaliyetleri, 1933 sonrası yasaklanmıştır.

Türkiye’nin Milli Mücadeleden başarı ile çıkması ve bağımsızlığını kazanması, Bulgaristan Türk gençliğini de sevince boğmuştu. Böylece çeşitli kültürel ve sportif amaçlı birçok gençlik kulüpleri kuruldu ve kısa sürede tüm Bulgaristan Türk yörelerine yayıldı. Bu spor kulüp temsilcileri 1924’de Rusçuk’ta birincisi olmak üzere her yıl farklı bir şehirde kongreler tertip ettiler ve bir birlik oluşturarak müşterek hareket etme kararı aldılar. Bu tür toplantıların üçüncüsünün düzenlendiği 1926 Varna kongresinde Bulgaristan Türk Spor Birliğinin adı “Turan” olarak değiştirildi. Atatürkçü bir çizgide bulunan Turan dernekleri, çok kısa bir süre içinde Türklerin bulunduğu hemen tüm birimlere yayıldı. Ayrıca bu derneğin yayın organı olarak Turan adlı bir gazete de 1928’de yeni Türk harfleri ile basılmaya başladı. Çok kısa bir sürede Bulgaristan Türk gençleri arasında Türklük bilincinin oluşması ve Atatürkçülük fikirlerinin yayılmasına vesile olan Turan derneği, sekizinci ve son kongresini 1933’de Rusçuk’ta yaptıktan sonra ertesi yıl kapatıldı. Kapatıldığında bu dernek, 95 şube ve 5 bin aktif üyeye sahipti.

18 Ekim 1925’te imzalanan Türk - Bulgar Dostluk Anlaşması, Neuilly Antlaşma kapsamındaki azınlık haklarını Bulgaristan Türklerine ve Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlık haklarını da Türkiye’de yaşayan Bulgarlara uygulanmasını karar altına almıştır. Yine bu anlaşmaya göre; her iki ülkede azınlık konumunda bulunan Türk ve Bulgarlar, yanlarına taşınabilir mallarını alarak serbestçe göç edebileceklerdi.

1930’lı yıllarda Bulgaristan’daki soydaşlar üzerine baskılar artmış, yeni yazı yasaklanmış ve birçok Türk okulu kapatılmıştır. Yine bu kapsamda Bulgar yönetimi bir dizi karar alarak soydaşlarımızın Türkiye ile kültürel bağlarını koparmak ve birliklerini zayıflatmak veya onları Türkiye’ye göçe zorlama gayretleri içine girmiştir. Bu kapsamda; Türkiye’ye göçü teşvik, aydın din adamlarını görevden uzaklaştırma, okullarda tekrar Arap harfleri ile eğitime geçme gibi politikalar uygulanmıştır. Bu arada Atatürk’ün gayretleri ile 9 Şubat 1934’te kurulan Balkan Paktı’na Bulgaristan, komşularına ait topraklar üzerinde işgal emelleri olmasından ötürü katılmamıştır.

Bulgaristan Türkleri, 31 Ekim - 3 Kasım 1929 tarihleri arasında 450 delegenin katıldığı Sofya’da bir Milli Kongre düzenleyerek problemlerini tartışmış ve çözümü doğrultusunda kararlar almışlardır. Kongrede çeşitli sorunların ele alındığı şu altı komisyon oluşturulmuştur: Maliye, Müftülükler ve Şeriye Mahkemeleri, Hayır Kurumları, Maarif, İslam Cemaatleri ve Vakıflar. Müftülükler Komisyonu; bu kurumların ıslahı, müftülerin seçimle gelmesi ve keyfi görevden alınmaması gibi kararlar almıştır. Maarif komisyonu ise, yeni Türk alfabesi ile eğitime karar vermiştir. Ayrıca diğer kararlar; Türklere uygulanan okul vergilerinin hafifletilmesi, okul bütçelerinin müftülerce onaylanması, hükümetçe alınan okul tarlalarının iadesi gibi hususları içeriyordu. Daha sonra bu kongre kararları Bulgar hükümetine iletilmiştir. Bu ve benzeri kararlar, hükümetçe dikkate alınmadığı gibi Türk eğitimi üzerindeki baskılar daha da artırıldı. 1930’lardan itibaren Türk okullarını kapatma politikası, 1946’da bu okulların devletleştirilmesi ve eğitim dilinin Bulgarca yapılması ile doruğa çıktı. Ayrıca 1934 hükümet değişikliği akabinde kongreye iştirak edenlere karşı Bulgarlar, açıktan cephe almıştır. Böylece müşterek hareket yeteneğini kaybeden soydaşlarımızın hakları, Bulgar yönetimlerince daha kolay gasbedilmiştir.

Faşist Dönem ( 1934 - 1946 )

Bulgaristan kurulduğunda birçok yörede Türkler çoğunluktaydı. Bu durum göçlerle azaltıldı. 1934 sonrası Bulgarlar, bir toprak ihtilali yaparak Türklerin elindeki arazilere el koydular.

II. Dünya Savaşı başladıktan sonra Bulgaristan, 1 Mart 1940’ta Berlin Paktı’na girmiş ve Almanya safında savaşa katılmıştır. Çünkü Bulgarlar; Dobruca, Makedonya ve Batı Trakya’yı almak istiyorlardı. 1 Aralık 1943 Tahran Konferansı’nda müttefikler, Bulgaristan’ı Sovyet nüfuzuna bırakma kararı aldılar. Bunun üzerine Rusya’nın yardım ve desteği ile kurulan gizli vatan cephesi militanları 1942’de Bulgaristan’da bir iç savaş başlattılar. Bulgar toprakları, 5 Eylül 1944’ten itibaren Sovyet Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi; 15 Ekim 1944’de ise ülke, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adını aldı. Savaş sonrası 1946’da yapılan referandumla da ülke, sosyalist aile üyelerinden biri olmuştur.

1944’de yönetime gelen komünistler, azınlık desteğini temin için önce baskı politikasına son verdi. Ancak 1946 sonrası özel okul statüsündeki Türk okullarını devletleştirdi ve arkasından da tek tip bir sosyalist Bulgar toplumu oluşturmaya kalkıştı. Okullardan din derslerinin kaldırılmasını Türkçe’nin yasaklanması ve Türk adlarının değiştirilmesi izlemiştir. Bu dönemde Türk azınlık okullarının sayısı, 1200’e kadar ulaşmış, Türkçe kitaplar bile basılmıştı. Bulgarca hariç diğer tüm dersler Türkçe yapılan bu okulların giderleri, soydaşlarımız ve vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Ancak 12 Ekim 1946’da çıkarılan bir yasa ile; okul ve camilere ait vakıflar kamulaştırılmış, özel statüdeki Türk okulları devletleştirilmiş ve Eğitim Bakanlığı denetimine girmiştir. 1944 öncesi Türk okullarında 23 olan ders kitap adedi, 1953/54 öğretim yılında 85’e yükselmiştir. Türk okulları ve bu okullarda okutulan ders kitaplarındaki artış, Türk çocuklarına komünist ideolojiyi aşılama niyetine dayanmaktadır. Böylece Türklerin gelecekle ilgili endişeleri artmış ve göç istekleri kamçılanmıştır. Ancak II. Dünya savaşı esnasında Türklerin satacakları mal bedellerini ülke dışına çıkartma yasağı göçü engellemiştir.

Türk azınlık okullarının devletleştirilmesi sonrası yeni ders kitapları da hazırlanmıştı. 1947/48 öğretim yılından itibaren okutulmaya başlanan bu kitaplar, bir geçiş dönemi kitaplarıydı. Yani bunlar; 1930’ların milliyetçilik, Türklük aşılayan kitaplarına benzemediği gibi komünist ideolojinin propagandasını da içeren kitaplar değildi. Müteakip yıllarda Bulgaristan Türk azınlık okul müfredatları, belirli bir plan ve program dahilinde sürekli değiştirilerek Türk çocuklarını komünistleştirme istikametinde gelişmiştir. Hatta bu uygulama kapsamına kreş ve anaokulları da dahil edilerek ve buralarda da Bulgarca eğitim verilmiş ve komünist terbiyenin ilk tohumları atılmıştır. Genel komünist eğitim sistemi içinde Türkiye yabancı ve bir düşman devlet olarak öğretilirken; Sovyetler Birliği, sonsuz hayranlık ve minnet duyulacak bir anavatan olarak öğretilmiştir.

Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması akabinde Türkiye ve Bulgaristan arasında 18 Ekim 1925’te Ankara imzalanan ikamet sözleşmesi ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler konusu hukuki temellere oturtuluyordu. Bu sözleşme sonrası yıllarda da çeşitli Türk göçleri yaşanmıştır. Örneğin 1923-39 yılları arasında yaklaşık 200 bin soydaş Türkiye’ye gelmiştir. II. Dünya Savaşı başları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar yasaklanmış olduğundan benzer göçlerde bir yavaşlama olmuş ve böylece göçmen sayısı 20 binde kalmıştır.

Birinci Sosyalist Dönem ( 1946 - 1970 )

II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan’da rejim değişikliği olmuş ve ülkede bir komünist dönem başlamıştır. Bu yıllarda büyük işgücü ihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diğer taraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteğini artırma gibi çelişkili bir tutum içindedir. Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullar devletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk aydınlar tutuklanmaya başlandı. Özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde infial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endişesine sevk etti. Böylece büyük bir soydaş kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bu talepleri değerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs 1947’de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği’nden Avrupa’ya sığınan soydaşlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan’dan serbest göçmen (hükümetten yardım almayacak) kabulünü karara bağlıyordu. Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiştir. Ama 10 Ağustos 1950’de Bulgar hükümeti, Türkiye’ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde Türkiye’ye göçmen olarak alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi.

Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye’yi cezalandırmak istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzuluyordu. Bulgar entrikalarını engellemek için Türkiye, Bulgaristan’dan gelecek soydaşlara vize uygulamış ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kişiye Türkiye’ye giriş vizesi vermiştir (bunların hepsi Türkiye’ye gelemediler). Türkiye, Ocak 1950’den başlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etmiştir. Ancak üç aylık bir süreçte 250.000 kişinin kabulü mümkün değildi. Bu şekilde göç akını sürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı kimseler ile Çingeneler soktular. Bunun üzerine Türkiye, bunları Bulgaristan’a iade etmek istemiş ve Bulgaristan ise buna yanaşmamıştır. Arkasından Türkiye, 7 Ekim 1950’de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer olayların yaşanmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950’de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 kışının Aralık, Ocak ve Şubat aylarında 20’şer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye’ye sığındı. Nisan’da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950’den beri Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmekte olan tüm göçmenler “iskanlı göçmen” statüsüne (yani devlet desteği verilecek) alındı.

1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azalmakla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve Çingene kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekarlık yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951’de ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951’de Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçü kesin olarak yasaklıyordu. 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam 154.393 soydaş Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmen olarak gelmiştir. Bu göçmenler, kısa sürede ev sahibi olmuş ve üretici duruma geçmişlerdir.

Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye’ye göç, komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin’in emri ile durdurulmuştur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye’de yapılacak sosyalist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de emreder. Bunun üzerine Bulgaristan’da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek şekilde yeniden açılır. Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetişmiş elemanların çoğu Türkiye’ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin eğitiminde “Azerbaycan” model seçilir ve 1952 yılında bu ülkeden Bulgaristan’a birçok Azeri uzman ve danışman getirilir. Azeri uzmanlar Bulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eğitim açısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtmişlerdir. Bunun üzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileştirmek için 5 Ağustos 1952 günü bir dizi kararlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması (Kırca Ali, Razgrat ve daha sonra Sofya’da), Türk kız lisesi ve ortaokulu açılması (Rusçuk’ta), Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders kitapları hazırlanması ve Sofya Üniversitesi'nde Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları içeriyordu.

Yeni açılan okullarda bazı Azeri hocalar da görev almış ve Bulgaristan Türklerinden seçtikleri asistanları yetiştirmişlerdir. Yine bu dönemde 30 dolayında Türk öğrenci, yüksek öğrenim yapmak için Azerbaycan’a gönderilmiştir. Azeri uzmanlar, Bulgaristan Türk okul müfredatlarının gelişmesi ve güncelleşmesine büyük katkı sağlamışlardır. Ancak Bulgaristan Türklerine uygulanan sosyalist içerikli eğitim planı tutmamış; bilakis Azeri Türk uzmanların gayretleri ile soydaşlarımızın Türklük bilinci ve milliyetçilik duyguları daha fazla artmıştır.

Stalin’in ölümü ve Türkiye’de sosyalist bir devrimin mümkün olamayacağının anlaşılması ile Bulgar yönetimi, Türk azınlığa yönelik politikaları sil baştan değiştirmiştir. Bu kapsamda; 1956’dan itibaren Azeri uzmanlar ülkelerine gönderilmiş, Sofya Üniversitesi’ndeki Türklere ait bölümler kapatılmış, Türk öğretmen okulları ve liselerindeki eğitim dili tekrar Bulgarca olmuştur. Ayrıca yüksek okul mezunu Türk gençlerine uzmanlık alanlarında görev verilmemiştir. Daha sonra Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler kapatıldı, Türk tiyatro faaliyetleri durduruldu, komünist propaganda içerikli hariç Türkçe kitap basımı yasaklandı, Türkçe radyo yayını sona erdi.

Komünist rejim döneminde Bulgaristan’da sanayileşme ve ağır sanayi geçiş çabalarında konunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece köyler boşaldı. Diğer taraftan kooperatiflerin yaygınlaşması ve özel mülkiyetin yasaklanması, tarımsal ve zirai üretimde verimsizliğe neden oldu. Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan’ın dış pazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi mamulleri satamamasına sebep oldu.

1949-1956 yılları arası dönemde toprakların kolektifleştirilmesi ile Türkler, çok daha kötü duruma ve ikinci sınıf vatandaş konumuna düştüler. Ayrıca bu dönemde; toplu halde yaşayan ve kültürlerini muhafaza eden soydaşlarımızın dağıtılması ve asimile edilmesi de sistematik hale getirilecektir. 1950’lerde Bulgaristan’da komünist içerikli bir Türk eğitimi gelişti. Bu durum; 1946’da Türk okullarının devletleştirilmesi ile başladı, 1950-51 göçü ardından yoğunlaştı ve 1959-60 öğretim yılında Türk okullarının Bulgar okulları ile birleştirilmesiyle sona erdi. Bulgar faşist ve komünist yönetimleri, Türklerin sosyal ve kültürel varlıklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve birbirlerini tamamlayan politikalar tatbik etmişlerdir. Sosyalist dönemde başlayan Türk eğitimini kalkındırma çabaları çok kısa ömürlü oldu. Türk pedagoji okullarıyla liseleri, 1956/57 kapatıldı. 1958/59 öğretim yılında ise, Türk azınlık okulları Bulgar okullarıyla birleştirildi.

Türk okulları 1946’da devletleştirilmiş olmakla birlikte Bulgarlardan ayrı Türkçe eğitim yürütüyorlardı. Bu eğitimin içeriği sosyalist idi. Todor Jivkof yönetimi altındaki Bulgar hükümeti, tüm Türk azınlık okullarını kapatarak Bulgarlaştırıyordu. İlkokullardaki uygulama üçe ayrıldı: (1) nüfusu tamamen Türk olan köy ve mahalle okulları bu durumunu korudu, (2) Türk ve Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde karma sınıflar oluşturuldu ve eğitim dili Bulgarca oldu ve (3) Türk ve Bulgarların birlikte yaşadıkları ve Türklerin azınlıkta olduğu yerlerde Türk çocukları, Bulgar okullarına aktarıldı. Ayrıca yine aynı dönemde Türk ortaokulları da Bulgarlaştırıldı ve Bulgar ortaokulları ile birleştirildi. Bu uygulamalarla; Bulgaristan Türklerinin Türkiye’den koparılması, Bulgarlaştırılıp Bulgarlarla kaynaştırılması amacı güdülüyordu. Bu uygulamalarla birlikte birçok Türk öğretmen açığa alındı ve Türkçe ders kitapları toplatıldı. Bu uygulamalar demokratik usul ve yöntemlerle değil tepeden inme komünist parti kararlarıyla yaptırılmıştır. Türk dili eğitimi her geçen gün azalmış ve 1970’ye gelindiğinde tamamen ortadan kalkmıştır.

1950-51 göçünden sonra Bulgaristan'daki ilk genel nüfus sayımı 1 Aralık 1956'da yapıldı. Bu nüfus sayımına göre Türklerin sayısı 1 milyon kadardır (Pomakların sayısı ayrı gösterilmekte). Türkler genelde köylerde yaşamaktadır. Sekiz yaş ve üstü 505 bin olan Türklerin yaklaşık üçte birinin okuma bilmemesi ve çeşitli düzeylerde okul bitirmiş olanların ise çok az olması konunun vahametini göstermektedir. Bu amaçla tüm Bulgar yönetimleri ortak çaba harcamışlardır.

1960’larda 27 Mayıs ihtilali ve sonrası gelişmeler, koalisyon hükümetleri ve Kıbrıs sorunu v.b. gibi meselelerle uğraşan Türkiye, komşu Bulgaristan’daki soydaşların eğitimine gerekli ilgi ve alakayı gösteremedi. Todor Jivkof yönetimi, köklü Bulgaristan Türk eğitimini boğazladı.

Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç kampanyası ve bu amaçla Türk temsilciliklerine yapılan resmi müracaatlar, 19 Mart 1964'te 400 bine ulaşmıştı. Bu kampanyanın gerisinde Türk azınlık okullarının kapatılması ile yeise düşen ve Bulgarlaştırılacağı hissine kapılan soydaş kaygıları yatmaktadır. Ancak göç konusu Bulgar makamlarınca şiddetle yasaklanıyor ve kelimenin telaffuzu dahi ağır ceza gerektiriyordu. Bulgarları kaygılandıran ve endişeye sevk eden husus, çok ağır işlerde çalışan Türklerin göçmesi ile işlerin aksayacağı ve Bulgar ekonomisinin zarar göreceği idi. Kısa bir süre sonra Bulgaristan’da Türk olmak veya kalmakta suç sayılmaya başlanacaktır.

Bulgaristan, kurulduğu günden itibaren sistemli bir şekilde Türk azınlığı yok etmeye çalışmıştır. Bu amacın son halkalarından birisi olarak 17 Temmuz 1970’da Bulgaristan Merkez Politbüro yetkilileri 549 sayılı “gizli tedhiş ile milliyet ve din değiştirme” kararı almışlardır. Bu dönemde Bulgar yönetimi, bir “Komünist-Bulgar-Slav toplumu” yaratma fikrini benimsemiş ve azınlıkların din, dil ve isimlerini değiştirme planları yapmıştır. Önce Çingene, Gagavuz ve Pomak Türklerinin adları değiştirilmiş ve arkasından da diğer Türklere benzer yöntemler uygulanmıştır. Bu uygulamaya karşı gelenler çok ağır cezalara çarptırılmışlardır. Örneğin 1972’deki Rodoplar’daki uygulamada 10 binin üzerinde masum soydaşımız katledilmiştir. Bulgarları bu tür çılgın karar ve uygulamalara iten nedenlerin başında, Türklerin hızlı nüfus artışı karşısında Bulgarların zamanla azınlığa düşme endişesi yatmaktadır. Nitekim bu kaygılar, çeşitli resmi toplantı ve raporlarda dile getirilmiştir.

1964’te Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine paralel Türk-Bulgar ilişkileri de iyileşmiştir. Bu kapsamda Bulgaristan’la; ticaret anlaşması (1965), ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi (1966), ve medeni ve siyasi haklar sözleşmesi (1966) imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki parçalanmış ailelerin birleştirilmesini amaçlayan “Yakın Akraba Göç Anlaşması” da uzun pazarlık ve görüşmeler neticesinde Türk ve Bulgar Dışişleri Bakanları tarafından 22 Mart 1968’de Ankara’da imzalanmıştır.

1969-78 yılları arasındaki göçün kökü, 1950’lere dayanıyordu. O yıllarda Türkiye’ye gelen bazı soydaşların yakın akrabaları Bulgaristan’da kalmıştı. Bu nedenden parçalanmış aileler birleşmek istiyordu. Diğer taraftan vize almış, malını mülkünü satmış bir çok Türk sınırın kapatılmasından dolayı göç umutları içinde Bulgaristan’da kalmıştı. Bu konular iki komşu ülke arasında potansiyel bir sorun oluşturuyordu.

Türkleri göçe iten nedenlerin başında 1949-1956 yılları arası Bulgaristan tarım topraklarının kolektifleştirilmesi olmuştur. Bu vesile ile çoğunluğu çiftçi olan Türklerin toprakları ellerinden alınmıştı. Bu durumda Bulgaristan’daki soydaşlar ve onların Türkiye’de bulunan yakınları Türk makamlarına müracaat ederek göç taleplerini iletmişlerdir. Bunun üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı, Bulgar makamları ile temasa geçerek bir göç anlaşması yapmanın yollarını aradı. Ancak Sofya hükümeti, tüm iyi niyetli çaba ve girişimleri geri çeviriyordu. Bu arada 1959-60 öğretim yılında Türk azınlık okullarının Bulgar okulları ile birleştirilmesi ve Türkçe eğitimin yasaklanması ile de soydaşların göç arzuları daha fazla arttı. Mart 1964’e gelindiğinde resmen Türk makamlarından göç talep eden soydaş sayısı 400 bini bulmuştu. Türkiye'deki koalisyon hükümetinin müspet çabalarına Bulgarların yapıcı bir yaklaşım göstermemesi, çözümü savsaklıyordu. 21 Ağustos 1966’da Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ivan Başef’in Türkiye ziyareti sırasında yapılan görüşmelerde bir çözüm ihtimali belirdi. Sınırlı da olsa göç hususunda ortak irade oluştu. Bu kapsamda Türk ve Bulgar uzmanların Aralık 1966 - Ocak 1967 arası Sofya ve Kasım 1967’de Ankara’da yaptıkları görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

Uzun müzakereler neticesinde bir göç anlaşması imzalandı ve 24 Şubat 1968’de Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyuruldu. Buna göre; 1952 yılına kadar Türkiye’ye göç etmiş Bulgaristan Türklerinin birinci dereceli yakınları serbest statülü göç kapsamına alınıyor ve belirli bir plan ve program dahilinde Türkiye’ye gelmelerine izin veriliyordu. Ayrıca soydaşlar, Bulgaristan’daki gayri menkullerini satıp alacakları bazı malları da Türkiye’ye getirebileceklerdi (bu durum pek işlemedi). Göç anlaşması, iki ülke dışişleri bakanları tarafından 22 Mart 1968’de Türkiye’de imzalandı. Bu anlaşma, 17 Mart 1969’da TBMM onaylandı. Daha sonra 8 Ekim 1969’da ise ilk göçmen kafilesi Edirne Karaağaç istasyonuna geldi. Bunu izleyen on yıl boyunca da her hafta (Aralık-Mart ayları hariç) göç kafilelerinin gelmesi sürmüş ve bu kapsamda gelen göçmen sayısı tüm tahminlerin aksine 130 bin gibi büyük bir sayıya ulaşmıştır. Böylece cumhuriyet tarihinde Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçmen sayısı 600 bini aştı.

İkinci Sosyalist Dönem ( 1970 - 1989 )

1980’li yıllarda Bulgaristan nüfusunun %40 dolayında bir kısmını teşkil eden Türkler, diğer azınlıklarla birlikte ülkede çoğunluktaydı. Yani Bulgarlar, azınlık durumundan kurtulmak için Türkleri asimile etme ve/veya Türkiye’ye göçe zorlamaktaydı. Ayrıca Türklerin milli ve dini benliklerini korumaları, komünist ideoloji ve diğer benzeri propagandalardan etkilenmemeleri de Bulgar yönetimini telaşa ve kendi açılarından acil çözümler aramaya sevk etti. Türklerin bu özelliği güçlü aile yapısına sahip olmalarına dayanmaktadır.

1960-84 arası yapılan her türlü psikolojik baskı, propaganda ve teşvike rağmen hiç bir Türk, kendiliğinden ad değiştirmeyi düşünmedi. Zorla ad değiştirme işlemine önce Pomaklardan başlandı ve bunların adları 1972-74 arası zorla değiştirildi (bu esnada 200 bin Türk’te aynı kaderi paylaştı). Arkasından Türk-Bulgar ilişkileri en iyi seyrettiği 1981-83 arası dönemde aynı işlemler Müslüman Çingenelere tatbik edildi (bu esnada 100 bin Türk’te benzer kaderi paylaştı). Bu çağdışı uygulamalara uluslararası kamuoyunun tepki göstermemesi üzerine Bulgar yönetimi, aynı işlemi tüm Bulgaristan’ı kapsayacak şekilde genişletmiştir. Bulgarlar, 1984 sonbaharında büyük Türk kitleleri üzerine yürüyerek zorla ve kanlı bir şekilde onların adlarını değiştirmeye başladılar. 1985 başlarında Bulgaristan’dan gelen haberlerle Türk ve dünya kamuoyu sarsıldı. Bu ülkede yaşayan Türklere karşı, ad değiştirme, baskı, zulüm ve katliamlar doruk noktasına çıkmıştı. 1984-85 kışının çok ağır geçmesi ve tüm yerleşim birimlerinin dışarı ile bağlantılarının kesilmesini sağlamış; Türk bölgeleri, yabancılara kapatılmış ve mühürlenmişti. Daha sonra asker ve milisler, Türk bölgelerine girerek zorla ad değiştirme başlatmışlar, kabul etmeyenler veya karşı gelenler ise, katliamlara maruz bırakılmıştır. 1985 Martına kadar 3.5 ay içinde katledilen Türk sayısı 800-2500 arasında olmuştur. Bu kanlı ad değiştirme operasyonu, önce Güney Bulgaristan’da başlatılmış, Kasım-Aralık 1984 döneminde bu bölgede yaşayan yarım milyon civarında Türkün adları değiştirilmiştir. Türkiye’nin tepkisi en yetkili makam Cumhurbaşkanı tarafından Ocak 85’te Bulgar Cumhurbaşkanına gönderilen bir mesajla dile getirildi ve konuya bir çözüm bulunması önerildi. Ancak buna cevap alınamadığı gibi kuzey bölgelerdeki kanlı operasyonlar da tankların desteği ile Şubat’ta tamamlandı. Aslında bu kanlı olaylar, yüz yıldır oynanan ve Bulgaristan’da başka milletlere hayat hakkı tanımayan Bulgar oyununun son sahnesiydi. Daha önce eğitim müfredatları ve Türkçe eğitim yasaklanmış, Türkler sürekli Türkiye’ye göçe zorlanmış ve resmi teşviklerle ad değiştirmeye zorlanmış ama yine Türk varlığı ortadan kaldırılamamıştı. Bu durum, kanlı da olsa sonuçlandırılmalı ve kapatılmalıydı. 1960’dan itibaren Bulgaristan’daki Türkler, Müslümanlaşmış Bulgarlar şeklinde tarih saptırılarak inkar edilmeye çalışılıyordu.

Ad değiştirme işlemi, Türkler arasında büyük bir tepki ile karşılanmış ve Jivkof yönetimini şaşırtmıştır. Aslında bu durum, Sovyetlerin izni ve oluru olmaksızın mümkün değildi ve hatta Bulgaristan, Sovyetler tarafından bir deney laboratuarı olarak kullanılmıştır. O dönemde 4 milyon dolayında olduğu tahmin edilen Bulgaristan Türkleri, kendilerine uygulanan her türlü baskı ve yok etme planlarına rağmen milli kültür ve benliklerini korumaya çalışmışlardır.

Türk basını ve kamuoyu soydaşlarımıza sahip çıktı. Büyük kentler ve üniversitelerde düzenlenen çeşitli toplantılarla Bulgarlar protesto edildi ve kınandı. Ankara Üniversitesi Senatosu’nun yayınladığı 8 Şubat 1985 tarihli bildiri ile Bulgaristan Türklerine karşı yapılan zulüm, baskı ve soykırım sert bir dille kınanmıştır. Daha sonra bunu Üniversitelerarası Kurulun ve diğer üniversitelerin benzer bildirileri izlemiştir. 19 Şubat 1985’te KKTC Kurucu Meclisi, Bulgaristan Türklerine uygulanan terör ve baskı politikasını kınamıştır. Ocak ve Şubat aylarında bazı hükümet yetkilileri konuyla ilgili, basına çeşitli demeçler verdiler. Daha sonra Şubat ortasından itibaren Başbakan Özal, soruna görüşmeler yoluyla barışçı bir çözüm önerdi. Yine aynı kapsamda; Milli Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu Sofya’da yapılan bir BM toplantısında Bulgarların ayıbını yüzlerine vurmuş, Başbakan Özal, BM’lerin 40. kuruluş yıldönümü münasebeti ile genel kurulda yaptığı konuşmada Bulgarları kınamıştır. Ayrıca San Fransisco’da yapılan NATO Genel Kurul toplantısında da bu insanlık dışı muameleler kınanmıştır. 22 Şubat’ta Bulgaristan’a bir nota veren Türkiye, “geniş kapsamlı bir göç anlaşması da dahil olmak üzere sorunların görüşmeler yoluyla çözülmesini” önerdi. Bu notaya 28 Şubat’ta karşılık veren Bulgaristan, Türk teklifini reddetmiştir. Müteakip günlerde iki ülke arasında karşılıklı bir nota düellosu başladı ve 24 Ağustos’a gelindiğinde Türkiye 4. notasını vermişti.

Bulgaristan Türklerinin çile ve ızdıraplar, aynı yılın mayıs ayında Türkiye’ye büyük bir göç dalgası yaratıyor ve kısa sürede göçmen sayısı 313 bini ulaşıyordu. Bu insanlık dramı dünya gündeminde sahipsiz kalırken sadece Türk kamuoyu ve basını konuya özel bir önemle eğilmiştir. Türklerin maruz kaldığı bu insanlık dışı tutum karşısında ünlü Bulgar yazar ve şairi Blaga Dimitrova dahi isyan ederek Bulgar yönetimini kınamıştır. Bu soydaşların bir kısmı, bir süre sonra yeni bir anlaşma ile hak ve birikimlerini alma ümidi belirince Bulgaristan’a geri döndüler.

1989 SONRASI DEMOKRATİK DÖNEMDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ

10 Kasım 1989’da Jivkof rejiminin yıkılması akabinde Bulgaristan Devlet Konseyi, 1984 - 89 arası dönemde Türk ve diğer azınlıklara karşı yapılan hataları kabul etmiş ve bunların düzeltileceğini vaadetmiştir. Böylece zorla değiştirilen Türk adları iade edilecek, Türkçe konuşma yasağı kalkacak ve Türk çocukları kendi okul ve anadillerinde eğitim yapabileceklerdi. Ancak bu konuda Türk toplum temsilcileri ve Bulgar yöneticileri arasındaki görüş ayrılığı uzun süre giderilemedi. Temmuz 1991’de resmileşen yeni Bulgar anayasası da, azınlıklara kendi anadillerini öğrenme ve kullanma hakkı tanıyordu. Buna rağmen Türk öğrencilerin Türkçe dersler alması sürekli erteleniyordu. Bunun üzerine Türk aileler, çocuklarını okullara göndermeme ve açlık grevi yapma gibi yöntemlerle Bulgar yönetimini protesto ettiler. Bu tepkiler karşısında Eğitim Bakanlığı, Türkçe derslerin başlatılması kararı aldı. Ancak bu haktan ilk ve ortaokullara devam eden Türk çocuklarından sadece %40’ı faydalanabiliyordu (toplam 100 bin öğrenciden 40 bini). 89 büyük göçü ile Türk aydın ve öğretmenlerinin çoğunun Türkiye’ye gitmesi ile, Türkçe ders verecek eleman bulunamaması diğer bir olumsuzluktu. Böylece bir kez daha Türk öğretmen yetiştirilmesi gündeme geldi. Bu kapsamda; 1992’de Şumnu Yüksek Pedagoji Enstitüsü ve 1993’de Kırca Ali İlk ve Ortaokul Öğretmen Enstitüleri’ne Türkçe öğretmeni yetiştirecek sınıflar açıldı. Benzer şekilde 1990’da Sofya’da ön lisans düzeyinde İslam Enstitüsü ve Şumnu’da İmam-Hatip Lisesi açıldı. Bunları 1991’de Rusçuk ve Mestanlı İmam-Hatip liseleri izledi.

1989 sonrası Bulgaristan’da kurulan 160 civarındaki siyasi partinin 4’ü Türklere aitti. Bunlar: (1) Hak ve Özgürlükler Harekatı (HÖH), (2) Demokratik Gelişim Harekatı (DGH), (3) Demokratik Adalet Partisi (DAP) ve (4) Türk Demokratik Partisi (TDP) olarak belirtilebilir. Bu partilerden ilki olan HÖH Partisi, 1990 seçimlerinde 400 üyeli parlamentoya 23 milletvekili soktu. Aynı parti, 1991 seçimlerinde oyların %7.55’ini aldı ve milletvekili sayısını 24’e yükselti. Daha sonra yapılan yerel yönetim seçimlerinde ise, 27 belediye başkanı ve 653 köy muhtarlığı kazandı. Aralık 1994 seçimlerine üç Türk partisi katıldı. Bunlardan en büyüğü olan HÖH, %5.44’e tekabül eden 282.000 oy aldı. Bu partinin bir önceki seçimlere göre 160.000 dolayındaki oy kaybı; bir bakıma iktidar ortağı olduğu bir önceki dönemde varlık gösterememesi, Türkiye’ye göçün sürmesi ve oyların bölünmesi gibi sebeplere dayanmaktadır. Üç Türk partisinin Aralık 94 seçimlerinde aldıkları oy toplamı 320.000 dolayındadır. Türkler, HÖH ve diğer Türk partilerinden memnun olmadıkları için bunlara oy vermemişlerdir. İyi hazırlıklı ve programlı bir Türk partisi, muhtemelen 700.000 dolayında oy alabilecektir. Ayrıca Türkiye’de bulunan soydaşlarımızdan 50.000 dolayında bir kitle Aralık 94 seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip olmasına rağmen bunlardan ancak 2.700’ü oy kullanmıştır.

Aralık 1994’de yapılan seçimleri, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve siyasi kaos ortamını lehine çeviren Bulgaristan Sosyalist Partisi (eski komünistler) kazanmıştır. Türklerin zorla Bulgarlaştırıldığı dönemde Eğitim Bakanı olan Dimitrov yeni hükümetin Eğitim, Bilim ve Teknoloji Bakanı olmuş ve Türklere baskı ve işkence yapan emniyet mensupları da önemli görevlere getirilmiştir. Bu dönemde hükümet, Müslüman halkın seçtiği Fikri Salih’i baş müftülük görevinden almış ve çeşitli entrikalarla Nedim Gencev’i Yüksek Diyanet Kurulu Başkanlığı’na ve Gencev’in bir yandaşını da Baş müftülük makamına getirmiştir. Bu atamaların Müslüman halk tarafından kabul edilmemesi üzerine, atanmış ve seçilmiş olmak üzere ülkede bir Baş müftü ve müftüler sorunu yaşanmıştır. Müftü atamasının Yüksek mahkeme tarafından reddi uygulanmamıştır.

Bulgaristan nüfusu ve aktif iş gücü, 89 göçü sonrası büyük oranda azaldı. Bu göçün dışında 250 bin dolayında Bulgar genci batı ülkelerine iltica etti. 1990’lı yılların ortalarında Bulgaristan halkının sıkıntıları ve sosyalist kökenli meclis üyeleri ile hükümete duyulan güvensizlik doruk noktasına çıktı. Ülke, çok büyük siyasi, ekonomik ve sosyal bunalım ve kaos içine düştü. İnsanlar, aç ve perişan iken; resmi devlet güçleri dahi yeraltı dünyası ile işbirliği yapmakta veya bunlardan birisi konumundaydı. Ülke çapında yönetim aleyhtarı büyük gösteriler yapıldı. Bu durum, 10 Ocak 1997’de meclis binasının işgali ve yakılmasına kadar vardı. Bir iç savaşın başlamasına ramak kalan ülkede hükümet istifa etti ve erken genel seçimlere gidildi. 19 Nisan 1997’de yapılan genel seçimlerde 240 parlamento üyeliğinin 137’sini Demokratik Güçler Birliği Partisi kazandı. Bu seçimlerde HÖH, Türk seçmenlerden bile ancak %52 oranında oy alabilmiştir.

Günümüzde Bulgaristan Türklerine ait 8 gazete çıkmaktadır. Bunlardan Zaman, Türkiye’de yayınlanan aynı gazetenin Bulgaristan Türkleri için haftalık baskısı iken; diğer gazeteler; Hak ve Özgürlük, Filiz, Müslümanlar, İslam Kültürü, Güven, Cır Cır ve Balon’u soydaşlar, kendi gayretleri ile çıkartmaktadır. Ayrıca Türkçe kitaplar da basılmaktadır. İlk ve ortaokullarda haftada 4 saat seçmeli Türkçe dersleri okutulmaktadır. Bulgar yönetimi, Pomak Türklerine mensup çocukların Türkçe derslere devam etmelerini engellemektedir. Bulgaristan radyosu, haftada birkaç saat Türkçe yayın yapmaktadır. Taahhüt edilmesine rağmen benzer yayınlar, Bulgar devlet televizyon kanalında henüz başlamamıştır. Buna karşılık Türk köyleri, büyük uydu antenleri almak sureti ile Türkiye’de yayın yapan televizyon kanallarını izleyebilmektedir. Böylece Türkiye ile milli ve manevi bağların kuvvetlendirilmesi ve daha güzel Türkçe konuşulması mümkün olabilmektedir. Yasal bir engel olmamasına rağmen Bulgaristan Türkleri, henüz özel bir radyo istasyonu veya televizyon kanalına sahip bulunmamaktadır.

1992 resmi nüfus sayımına göre Bulgaristan’da, toplam nüfusun %13’üne tekabül eden 1.000.000 dolayında Türk yaşamaktadır. Ancak bu ülkede 2 milyonu Türk olmak üzere 3 milyon dolayında Müslüman yaşadığı sanılmaktadır. Günümüzde Bulgaristan Türklerinin en önemli sorunlarının başında işsizlik ve bunun sebep olduğu göç yer almaktadır. 1989 büyük göçünden bu yana 200.000’in üzerinde soydaşımız ağır Türk vizesine rağmen Türkiye’ye göçmüştür. 1995 sonrası Bulgaristan Türklerinin karşılaştığı önemli problemler şöyle özetlenebilir: %90’lara varan işsizlik, aşırı yoksulluk, yüksek öğretimin paralı olmasından dolayı bu eğitime devam edememe ve kültürel kimlikleri koruyup-geliştirecek basın ve yayın organlarının olmaması. 1993 yılından itibaren diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Bulgaristan Türkleri arasından da, Türkiye’ye yüksek öğrenim görmek için öğrenciler gelmiştir. Ancak Türkiye’de bin dolayında yüksek öğretim yapan soydaş çocuklarının diploma denklikleri henüz Bulgar makamlarınca tanınmamıştır.

Günümüzde Bulgaristan Türklerinin siyasi ve dini açıdan birlik sağlayamamaları, soydaşlarımızın güvensizlik ve karamsarlık içinde olmalarına dayanmaktadır. Bulgaristan Türkleri, 1990 sonrası çeşitli Hıristiyan misyonerlerin ilgi alanındadır. Bu konuda Pomak Türkleri ve Müslüman Çingenelere, Bulgar hükümeti desteği ile de özel bir önem ve öncelik verilmektedir. Ayrıca Bulgar yönetimi, Pomak Türklerini ayrı bir dini kurum altında teşkilatlanmasını sağlamak sureti ile Türk birliğini bozmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan artık Bulgaristan Türkleri, dini liderlerini seçebilmektedirler ve günümüzde bu görevi Fikri Salih Efendi yürütmektedir. Ayrıca soydaşlarımız, daha önce gasbedilen vakıf mallarını geri alma çabası içindedirler.

DÜNDEN BUGÜNE KISACA BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Nüfus
1965 nüfus sayım verilerine göre Türkler 850.000'e yakın olarak nüfusun % 10'unu oluştururlar. 1985 sayımında ise Türk nüfus 1.600 .000 civarında olup nüfusun yüzde on beşi kadar olduğudur.
Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türkler en kalabalık durumundadırlar. Ve sürekli Türkiye'ye göç vermişlerdir 1944'e kadar 140.000 kişi, 1950-1951'de 155.000 kişi, l978 yılı ise 130.000 kişi Türkiye'ye gelmiştir. 1989 yılında en son kişi Türkiye'ye göçe zorlanmıştır. Bütün bu göçlerden sonra Bulgaristan Türkleri kırsal alanlarda kalmışlardır.

1993'den sonra Bulgaristan'da Türklerin "Haklar ve Özgürlükler" Partisi Bulgar Parlamentosu'nda yerini almıştır ve üçüncü siyasi güç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır. Nüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır.
Türk azınlığın asimile edilmesine görünürde son verilmiştir. Türklerin çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır.

Dil ve Eğitim

Bulgaristan'da eğitim devlet denetimindedir.
Ancak Bulgaristan'da konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır Bulgar Kiril alfabesiyle yazılır. Türkçe ilk yıllarda azınlık okullarında öğretim dili olarak Türkçe okutulurken daha sonra (1960) kaldırılmıştır. 1939 da okumak durumunda olan Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957 de bu oranın yüzde 97'ye çıktığı yazılmaktadır. 1993'ten sonra yeniden Türkçe eğitim başlamıştır. Bulgar Ulusal Radyosu’nda Türkçe yayınlar başlamış, "Filiz Gazetesi" yayına sokulmuş, 27 Belediye başkanı, 653 köy muhtarı, idari işlerde görev almıştır.

DİN

Devlet dini kurumları denetim altında tutmakta ve dini çalışmaları yönlendirmektedir. 1949 yılında ise Müslümanların dini kuruluş ve vakıflarını Bulgar hükümeti millileştirmiştir. Din adamları birer, devlet memurudur. Ve Sofya'da onları temsilen bir müftü görevlidir.

BULGARİSTAN’DAKİ TÜRKLER’İN HUKUKİ DURUMU

Türklerin azınlık hakları uluslar arası hukukta iki biçimde tanınmıştır: Azınlık statüsü tanıyan anlaşmalar ve insan haklarını güvence altına alan antlaşma ve belgeler. Önce kısaca azınlık statüsü tanıyan anlaşmaları inceleyelim. Bu antlaşmalardan ilki 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın azınlıklara birtakım haklar tanıyan hükümleri vardır. 27 Kasım 1919 tarihli Meuilly Antlaşması; bu antlaşmada azınlıkların haklarının verilmesi istenilmektedir. Antlaşmaya Türkiye taraf değildir. 18 Ekim 1925 tarihli Ankara’da yapılan dostluk antlaşmasıyla Neuilly ve Lozan antlaşmalarına atıflar yapılarak, Türk ve Bulgar azınlıkların haklarının korunması gözetilmiştir. Bu antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan’da yaşayan Bulgar Türkleriyle hukuki bağını pekiştiren bir antlaşmadır ve süresizdir. Bulgaristan’la Türkiye arasında yapılan diğer bir anlaşma 1929 tarihli tarafsızlık, uzlaştırma, yargısal çözüm ve hakemlik antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın I. maddesi 1925 tarihli yukarda adı geçen antlaşmaya atıf yapmaktadır. Diğer maddelerinde iki devletin uyuşmazlıklarını çözme süreçleri anlatılmaktadır.

10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması: Türkiye bu antlaşmaya taraf değil. Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı’na son veren atlaşmalardan biridir. Bu antlaşmanın ikinci maddesinde azınlıklarla ilgili hükümler bulunmaktadır ve bu hükümlere uyulması da bu antlaşmayı imzalayan yirmi bir devletin güvencesi altındadır. Bu antlaşma hükümlerine göre Bulgarlar, ırk, dil, din, cinsiyet farkı gözetmeksizin egemenliği altındaki tüm insanların basın, din, dil, toplantı hakları dahil olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlayacak tedbirler alacaklardır. Antlaşmayı imzalayan devletler bu konuda Bulgaristan üzerinde baskı yapabilirler, onu denetleyebilirler. Şimdi, Bulgaristan’ın imzaladığı insan haklarını güvence altına alan uluslar arası antlaşmaları inceleyelim.

Birleşmiş Milletler Antlaşması:

Bulgaristan’ı Ağustos 1975 tarihli Helsinki son senedini imzalayan otuz üç Avrupa Devleti, Kanada ve Amerika’nın taraftarıdır. Helsinki bildirisinin Avrupa güvenliği ile ilgili 7. bölümü doğrudan doğruya insan hakları ile ilgilidir. İnsanların hiçbir ayrıma tabi olmaksızın sahip oldukları özgürlüklerden eşit olarak yararlanmalarını öngörmektedir. Azınlıklarla ilgili hükümler de vardır. Ayrıca devletlerin insan hakları konusunda yapılmış belge ve antlaşmalara saygı göstermeleri talep edilmektedir. Bu senet epey geniş kapsamlıdır.

Devletler ikili ve çok taraflı antlaşmaların söz olsun diye imzalanmayacağını bilmektedirler. Zamanı geldiğinde zalimliklerin borcu uluslar arası alanda mutlaka ödenmiştir.

SONUÇ: TÜRKİYE’NİN BULGARİSTAN TÜRKLERİ POLİTİKASI

Bulgaristan Devleti, Rusya’nın sıcak denizlere açılma politikasının sonucu olarak Osmanlı Tuna Vilayeti’nde kuruldu ve büyütüldü. Bu devletin suni olarak oluşturulmasında Rusya, savaş da dahil her türlü maddi ve askeri desteği sağlarken diğer büyük Avrupa devletleri de diplomatik katkı sağlamışlardır. Ancak bu devletin sınırları dahilinde yaşayan Türk unsur, gerek Bulgaristan’ın teşkili ve gerekse sonraki yıllarda Bulgarlar ve bölgede çıkarları olan güçler tarafından büyük bir tehlike ve yok edilmesi gereken düşman olarak algılanmıştır. Çünkü Türkler; Bulgaristan’ın suni olarak teşkili sırasında çoğunlukta olduğu gibi diğer tüm zamanlarda da küçümsenemeyecek bir oranı kapsıyorlardı. Bu makalede ele alınan tarihsel seyri içinde Bulgaristan Türklüğü; Osmanlı dönemi, Neuilly Antlaşması sonrası dönem ve 1989 sonrası demokratik dönem olarak üç ana devrede incelenmiştir.

Osmanlı dönemi de, prenslik ve krallık olmak üzere iki safhada ele alınabilir. Prenslik döneminde, Türk - Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan sınırları içinde yaşayan Türk azınlığı oluşturmuştur. Gücü oranında Türkiye, bu bölgede yaşayan Türklerin hak ve özgürlükleri, eğitim durumları ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde çaba göstermiştir. Ancak bölge Türkleri, genelde ağır Bulgar baskı ve zulmü altında sıkıntılı günler geçirmiş, çok büyük oranlarda Bölgeden Türkiye’ye göçler olmuştur. Krallık dönemi başında Türkiye, Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanıdığı 19 Nisan 1909 tarihli İstanbul Protokolüne; bölgede yaşayan Türklerin kültürel hak ve özgürlüklerini teminat altına alan hükümler koymuştur. Bunu takip eden birkaç yıl içinde normal seyreden Bulgaristan Türklerinin durumu, Balkan Savaşı’nın başlaması ile tam bir felakete dönüşmüştür. Büyük saldırı ve katliamlara maruz kalan soydaşlarımızın bir kısmı hayatlarını kaybederken, diğer önemli bir kısmı da göç etmek zorunda kalmıştır. Böylece Bulgaristan’ın Türklerden arındırılma ve boşaltılma işlemi sürmüştür. Ancak yine de bölgede küçümsenemeyecek oranda Türk kalmıştır. Özet olarak Osmanlı döneminde Bulgaristan Türkleri, baskı ve katliamlara maruz kalmış ve bunun sonucu çoğunlukta bulundukları topraklardan boşaltılmış ve bölgede Rus çıkarlarına uygun bir devlet kurulmuştur.

I. Dünya Savaşı’na Türklerle müttefik olarak giren ve yenilen Bulgarlar, Savaş sonrası Neuilly Barış Antlaşmasını imzalamış ve bu anlaşma ile de azınlıkların hak ve özgürlükleri teminat altına alınmıştır. Azınlıklara yönelik politika ve uygulamalarda bir anayasa mahiyetinde olan bu anlaşma hükümleri, antlaşmayı imzalayan taraflardan birisi olmamasına rağmen bölgede yaşayan Türkleri de kapsamaktadır. Bu manada Neuilly Antlaşması’ndan 1989 yılı sonlarına kadar, ülkede yaşanan önemli gelişmeler de dikkate alınarak, Bulgaristan Türklerinin durumu ve genel problemleri dört safhada incelenebilir. Bunlar:

Çiftçi partisinin iktidarda bulunduğu dönem: Bulgaristan Türkleri, en rahat günlerini bu dönemde yaşamışlardır. Bu dönemde Türkler; kendi özel okullarında Türkçe eğitim yapabilmişler, sosyal ve kültürel etkinliklerini geliştirebilmişler ve dini ibadetlerini özgürce icra edebilmişlerdir. Yine bu dönemde Türkiye ve Bulgaristan arasında imzalanan bir anlaşma ile de iki ülke arası göçlerin hukuki temelleri oluşturulmuştur. Ancak 1930’lardan sonra ülke yönetiminin değişmesi ile Türkler üzerindeki baskılar da artmaya başlamıştır.

Faşist dönem: Bu dönem, Bulgaristan’ın Almanlar safında II. Dünya Savaşı’na girdiği ve arkasından da ülkede bir komünist ihtilalin yaşandığı yılları da kapsamaktadır. Türkler üzerindeki Bulgar baskısı, savaş ve kaos ortamı ile daha da ağırlaşmış ve çekilmez bir hal almıştır. Ancak savaş şartlarından ötürü Türk azınlık ülke dışına çıkamadığından herhangi bir göçte yaşanmamıştır.

1946 - 70 arası devreyi kapsayan birinci sosyalist dönemde, Bulgaristan Türkleri, hükümetin farklı ve çelişkilerle dolu bir azınlık politika ve uygulamalarına maruz kalmışlardır. Okulları devletleştirilen ve malları elinden alınan Türkler, Türkiye’ye göç etmek istemiş; ancak büyük iş gücüne ihtiyaç duyan Bulgaristan, buna izin vermemiştir. Bu atmosferde Türkler, Türkiye’ye göç isteklerini sürekli artırmışlar ve arkasından 1951 büyük göçü yaşanmıştır. Bu göçle yaklaşık 250 bin kişiyi adeta tehcir eden Bulgaristan, bir taraftan Türklerin genel nüfus içindeki oranını belirli bir seviyenin altında tutmayı; diğer taraftan da Kore Savaşı’nda komünist bloğa karşı çarpışan Türkiye’yi cezalandırmayı amaçlamıştır. Bu göçün ardından Bulgaristan taktik değiştirerek tekrar Türkçe eğitime izin vermiş ve bölgede yaşayan Türkleri, ileride Türkiye’de gerçekleşecek komünist bir devrimin öncüleri olarak yetiştirmeye çalışmıştır. Ancak hesap tutmamış ve Türkler, Azerbaycan’dan getirtilen Türk uzmanların da etkisiyle daha milliyetçi yetişmişlerdir. Bunun üzerine bölge Türklerine yönelik Bulgar politikaları, 1956’dan itibaren yeniden değişerek Türk okulları kapatılmış ve Türkçe eğitim yasaklanmıştır. Aynı dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu iç istikrarsızlık ve kaos ortamı, soydaşlarının hakkını korumayı engellemiştir. Bu dönemin sonuna doğru Bulgaristan Türkleri, tekrar Türkiye’ye ısrarla göç istemişler ve bunun üzerine uzun görüşme ve müzakereler neticesinde Türkiye ve Bulgaristan arasında “1968 Göç Anlaşması” imzalanmıştır. Özetle bu dönem, insan haklarının olmadığı totaliter bir rejim altında Bulgaristan Türklüğünün ezildiği ve Türkiye’ye göçe zorlandığı yıllar olmuştur. Türk hükümeti, soydaşlarının hakkını korumada son çare olarak göçü kabul etmiştir.

1970 - 89 yıllarını kapsayan ikinci sosyalist dönem, Bulgaristan Türkleri açısından tam bir felaket dönemi olmuştur. Slav kültürüne sahip homojen bir Bulgaristan yaratmayı arzulayan faşist Bulgar yönetimi, bu planı önce teşvik ve psikolojik yöntemlerle denemiş; ancak bunun netice vermemesi üzerine kan ve katliamla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ülkedeki tüm azınlıkların adları değiştirildikten sonra 1984-85 arası aynı işlem büyük Türk kitleleri üzerine uygulanmıştır. Bunu kabul etmeyenler ise ağır cezalara çarptırılmış veya çeşitli yöntemlerle öldürülmüştür. Konunu duyulması üzerine Türkiye, Bulgar hükümeti ve uluslararası kurumlar nezdinde her türlü girişimde bulunmuş ve soydaşlarının haklarını korumaya çalışmıştır. Ancak tüm bu çabaların neticesi geciktikçe gecikmiş ve nihayet beş yıl aradan sonra 1989’da yeniden büyük bir soydaş kitlesi Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmüştür. Bu soydaşlara imkanlar nispetinde her türlü maddi ve manevi destek sağlanmış; ileriki yıllarda bunların bazıları Türkiye’ye yerleşirken, bir kısmı da Bulgaristan’a geri dönmüştür.

1989 sonlarına doğru Bulgaristan’daki sosyalist görünümlü şoven rejim yıkılmış ve demokratik hayata geçilmiştir. Bu durum, Bulgaristan Türkleri ve Türkiye tarafından memnunlukla karşılanmıştır. Böylece Türkler, adlarını tekrar kullanma, Türkçe eğitim yapma ve dini ibadetlerini yürütebilme hak ve özgürlüklerini yeniden kazanmışlardır. Bu dönemle birlikte siyasal ve sosyal örgütlenmelerini de gerçekleştiren soydaşlarımız, 1991 seçimlerinde parlamentoya 24 milletvekili sokabilmişlerdir. Ancak, geçiş döneminin de etkisiyle, müteakip yıllarda baş gösteren kaos dönemi tüm ülkede olduğu gibi Bulgaristan Türkleri arasında da sıkıntılara sebep olmuştur. 1997 seçimleri sonrası ülke nispeten huzur bulmuştur. Günümüzde Bulgaristan Türklerinin ekonomiden eğitime birçok sorunları olmakla birlikte kültürel ve dini hak ve özgürlüğe sahip bulunmaktadırlar. Türkiye ve Bulgaristan arasında hemen her alanda ilişkilerin iyi seyretmesi de soydaşların haklarının korunmasına katkı sağlamaktadır. Özet olarak Bulgaristan Türkleri, genellikle baskı ve zulüm altında kalmış, Türkiye’nin bu konudaki girişimleri Bulgar yönetimleri tarafından iç işlerine müdahale şeklinde algılanmış (veya propaganda amaçlı böyle lanse edilmiş) ve bunun üzerine son çare olarak bir çok göçler yaşanmıştır.

Hiç yorum yok: